Draghi euro'nun kurtarıcısı olacak mı?

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Son günlere kadar Güney ülkelerinde işler hiç de iyiye gidiyor gözükmese de, esasen geçen sene sonunda AMB'nin başına Trichet'nin yerine Mario Draghi'nin geçmiş olması, göreve geldiğinden beri gerçekleştirdiği icraatlara bakıldığında, AB açısından önemli bir şans olarak değerlendirilebilir.  Her ne kadar sorunlu ülkelerin tahvil faizlerinin "sürdürülemez" düzeylere tırmanması ve AB'nin yeniden bir resesyon ortamına girmesi Draghi döneminde gerçekleşmiş gözükmekle birlikte, bu gelişmelerden Draghi'yi sorumlu tutmak doğru değil, mantıklı da değil.

Aksine, Draghi AB'nin iç siyasi dengelerini iyi gözlemleyerek, doğru zamanlarda çok yerinde politika değişiklikleri ve önerileri getirerek, AB'nin doğru kulvarda ilerlemesini sağlıyor. Hatırlanırsa, işbaşına geleli bir ay bile olmamışken Draghi'nin ilk önerisi AB ülkeleri arasında yeni bir mali sözleşme (fiscal compact) tasarlanması olmuştu. Nitekim, bu öneriden hemen bir hafta sonra AB zirvesi toplandı, ve 1 Mart 2012 itibarıyle İstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Anlaşması imzalandı (Halen anlaşma üye ülkelerin onay sürecinde bulunuyor.) Böyle bir anlaşmanın kabul edilmesi, özellikle sorunlu AB ülkelerinin uzun vadede mali durumlarını düeltmelerinin bir güvencesi niteliğinde. Böylece bu ülkelerin yardım aldıktan sonra gevşeyerek bir ahlaki riziko oluşturmalarının da önüne geçilmekte. (Almanya ve Finlandiya gibi "tutumlu" ülkelerin bu konudaki hassasiyeti oldukça fazla.)  "Mali sözleşme" daha önce düşünülen ve aslında siyaseten gerçekleştirilmesi imkansız bulunan üye ülkelerin doğrudan AB'nin merkezi (=Almanya) tarafından denetlenmesini öngören "İstikrar ve Büyüme Anlaşması"nın (Stability and Growth Pact) da yerini almış oldu.

Akabinde, Draghi oldukça beklenmedik bir icraaatta bulunarak ciddi likidite sorunları yaşamakta olan Avrupa bankalarına neredeyse sınırsız miktarda düşük faizli ve 2 sene vadeli kaynak vererek (geçici de olsa) piyasalarda belirli bir rahatlama yarattı. Bu tedbirin diğer amacı olan sağlanan fonların ülke tahvillerine ve reel ekonomiye kanalize edilmesi gerçekleşmediyse de, en azından bankacılıktaki likidite riskleri ortadan kaldırılarak önemli bir fayda sağlanmış oldu.

Sonrasında, Draghi 31 Mayıs'ta Avrupa Parlamento'sunda yaptığı konuşmada "Avrupa Bankacılık Birliği" önerisini ortaya attı. 4 hafta sonra öneri Avrupa Zirvesine taşınmıştı bile. Her ne kadar daha önünde oldukça uzun bir süreç varsa da, üye ülke bankalarının nihayetinde tek bir AB Bankacılık Otoritesi tarafından gözetim ve denetim altına alınacağı artık kesinleşmiş gibi. Tabii, burada kritik bir nokta kurulacak bu otoriteye bankaları tasfiye ve yeniden yapılandırma yetkisi verilmesi olacaktır. Ancak, Draghi önerisinde AMB'nin bugüne kadar haiz olmadığı ancak aslında para politikası yönetimi açısından da önemli olan "nihai borçlandırıcı" (lender of last resort) yetkisinin ihdasını da bir "havuç" olarak ortaya atarak üye ülkelerin böyle bir otoritenin kuruluşuna daha sıcak bakmalarını da sağlamış bulunuyor.

Geçen haftaki konuşmasında ise Draghi gene cesur bir adım atarak, bu kez sadece bankalara değil, gerekirse hükümetlere de "nihai borçlandırıcı" yetkisini kullanacağının işaretlerini verdi. Bugüne kadar böyle bir tedbirin gerçekçi olmadığı ve hatta AB müktesebatına aykırı olduğu düşünülüyordu. Ancak Draghi olaya salt para politikasının işlerliği açısından yaklaşarak, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin tahvil faizlerindeki yükselişin sadece bu ülkelere yönelik batma ve likidite risklerinden kaynaklanmadığını, aynı zamanda euro'dan çıkma rsikleriyle de ilgili olduğunu ve bu durumun da AMB'nin para politikasının aktarma mekanizmasını zayıflatıyor olması nedeniyle, doğrudan tahvil alımı şeklinde müdahalede bulunmanın AMB'nin yetki alanı içinde olduğunu savunmakta. 2010 yılından beri yapılan tüm AB zirvelerinde "euro"nun geleceğinin korunmasının en öncelikli amaç olduğu yönünde karar alınmış olması Draghi'nin bu savını son derece güçlendiriyor. Hollande'ın işbaşına gelmesi ile Finlandiya ve Hollanda'yı saymazsak siyasi olarak neredeyse yalnız başına kalmış olan Merkel'in de bu şartlar karşısında doğrudan devlet yardımı konusunda (genişletilmiş bir ESM ve hatta belki de Eurobond ihracı şeklinde) önemli tavizlerde bulunması kaçınılmaz gözüküyor. Draghi'nin bu açıklamasından sonra Euro'nun değer kazanmış olması ve İtalya ve İspanya faizlerinde bir miktar gevşeme yaşanması da piyasaların bu görüşü satın almış olduğu yönünde yorumlanabilir.

Tüm yazılarını göster