Barış Manço’nun “domates, biber, patlıcan” diye seslendiği o ünlü şarkısını hepimiz hatırlıyoruz değil mi? İşte o domates, biber, patlıcanı artık sadece şarkılarda duymamıza neden olabilecek günlerin eşiğindeyiz biliyor musunuz?
Hani Barış Manço, o şarkının sözlerinde “bir anda bütün dünyam karardı” diyordu ya haklıymış; çünkü gıda kıtlığı nedeniyle hepimizin dünyası kararmak üzere! Bu da nereden mi çıktı? Şimdilik çıktığı yer İspanya ve Kuzey Afrika…
İklim değişikliği nedeniyle Avrupa’nın domates, biber, salatalık, marul, patlıcan gibi gıda üretiminin büyük çoğunluğunu sağlayan İspanya ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan aşırı hava olayları nedeniyle söz konusu ürünlerin üretimi ile ilgili ciddi sorunlar yaşanıyor.
Önce çok kurak ve normalin çok üzerinde sıcaklarla mücadele edilen yaz ve sonbahar ayları, sonrasında da normalin üzerinde yaşanan soğuklar, belirli bölgelerdeki aşırı yağış ve seller nedeniyle ihtiyaç duyulan miktarda gıda maddesi üretilemiyor.
İş öyle bir hale geldi ki söz konusu ülkelerden en çok taze sebze ve meyve ithalatı yapan İngiltere’de büyük süper-marketler domates, biber, marul hatta brokoli ve karnabahar gibi ürünlerin satışına sınırlama getirdi.
Tesco, Asda, Morrisons gibi zincir süpermarketler müşterilerine iki, üç domates ya da bir kaç salatalıktan fazlasını satmıyor, satamıyor! Hala iklim değişikliği ve aşırı hava olayları bir korkutma hikayesi diye düşünüyor ve bireysel tercihlerinizle küçücükte olsa daha sürdürebilir bir dünya yaratmaya katkı sağlamaya çalışmıyor ya da markalar ve kurumlar üzerinde tüketici olma gücünüzü kullanıp sürdürebilir ve gezegene zarar vermeyen çözümler üretme baskısı kurmuyorsanız bir daha düşünün derim.
Çok yakında bir Pazar sabahı bol domates ve biberli bir menemen yiyemediğimiz de ya da çocuğumuzun beslenme çantasına bir meyve koyamadığımızda “biz ne yaptık” çaresizliğini hissetmek istemiyorsak iklim değişikliği ile bireysel olarak nasıl mücadele edebilirim, hükümetlerin, markaların, kurumların üzerinde nasıl baskı kurabilirim diye sormaya başlamak zorundayız. Aksi bir durumda gezegenin o 1.5 derecelik ısınması ve aşırı hava olayları, Barış Manço’nun şarkısındaki gibi bir anda bütün dünyamızı karartacak!
“Sürdürebilir” olmak istiyorum ama nasıl?
Dünya genelindeki bütün araştırmalar çok sayıda insanın çevresel sürdürebilirlik konusunda hassasiyet geliştirdiğini ancak ne yapabilecekleri konusunda kafalarının karışık olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle de bilinçlendirilmeye ihtiyaç duyuyorlar. STK’lar konu hakkında çalışsa da her gün tüketicilerin hayatlarına dokunan kurum ve markalara da büyük iş düşüyor. Yapı Kredi Bankası, bu anlamda önemli bir sürdürülebilirlik hareketine imza atıyor.
Geçtiğimiz aylarda başlatılan STEP: Sürdürülebilir Tercih Programı, “bir tercih çok şey değiştirir” mottosu ile tüketim alışkanlıklarımızı, yaşam tarzımızı, günlük tercihlerimizi sürdürülebilir hale getirmek için atacağımız adımlar konusunda fikirler veren ve bunları kurumun iş alanı olan bankacılık işlemlerinde nasıl uygulayabileceğimiz hakkında bağlantılar kuran bir proje. STEP’i incelerken para çekim işlemleri sırasında makbuz bastırmama gibi nispeten daha çok bilinen çevre dostu uygulamalar dışında daha önce bilgi sahibi olmadığım pek çok sürdürebilir tercih ile ilgili farkındalık geliştirdim.
Enerjisa Üretim ise bir e-posta silme hareketi başlattı. Silmediğim her bir e-posta’nın veri merkezlerindeki enerji tüketimini nasıl arttırdığını ve bunun gezegene verdiği zararı gördüğümde paniğe kapılıp telefonumu elime aldım ve e-posta aplikasyonundaki 100.000’e yaklaşan mail sayıma bakıp “sürdürebilir yaşıyorum sanıyordum ama bir çevre canavarıymışım” derken buldum kendimi. O günden beri sürekli e-posta silerek hatamdan dönmeye çalışıyor ve çevremdeki herkesi bu konuda uyarıyorum.
Her iki proje de sürdürebilirlik tercihlerini kurumların kendi iş alanlarıyla bağlantılı şekilde ele alma ve farkındalık yaratmaları açısından benden yüksek not aldılar. Küçük tercihler “bir anda bütün dünyam” karardı dememek için çok önemli, hafife almayın, almayalım...