Doğu Marmara Havzası planı ve rekabet

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Doğu Marmara Havzası’nda da ülke bütününde olduğu gibi “derin gündemi” oluşturan ama uzmanları dışında yaygın biçimde tartışılmayan, o nedenle kamuoyunu “sığ bilginin efsanelerine tutsak eden” tartışma gündeminden bağımsızlaşmamız gerekiyor.

Yerel yönetimlerde yeni düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerin yarattığı sonuç, ülkenin bütününde rekabet gücü yaratmaya etkin katkı yapma olmalı. Öncelikle 1/100 binlik Çevre Düzeni Planları, 1/25 binlin nâzım imar planları, 1/5 binlik nâzım imar planları ve 1/1000’lik uygulama planları kentler özelinde değil, havzalar ve bölgeler özelinde tartışma gündeminin ilk sıralarına yerleşmeli ve çözümler üretilmeli. Fiziki planlar konusunda ciddi adımlar atamaz, plan uygulamalarını ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmaları ile korumazsak korkarım ki verimlilik düzeylerini yükseltme ve rekabet gücü yaratmada yaya kalırız. Daha da kötüsü “orta gelir tuzağına” düşeriz.

Doğu Marmara Havzası’nda öncelikli olmak üzere “kentsel dönüşümden önce üretimde dönüşüm” düşüncesini, “ciddi bir fikir haline” getirmeliyiz ve toplumsal tartışma gündeminde canlı ve diri tutmalıyız. Bu konuda başta TOBB bünyesindeki odalar olmak üzere, seçilmiş ve atanmış yerel yöneticilerin de büyük sorumluluklar taşıdıkları açık ve net değil mi?

Her toplumun temel amacı yurttaşlarına geçimlerini sağlayacakları iş yaratmadır. Üretimde bugünkü yapıyı dönüştürmeden, günü kurtaran gündemlerle oyalanırsak, korkarım ki, “Türkler fırsat kaçırma fırsatını asla kaçırmaz” diyenleri bir kez daha haklı çıkarmış oluruz.

Kent planları kadar kentin akışkanlığını rakipler düzeyinde tutacak kent içi ulaşım projeleri ve ulaşım alt sistemleri (metro, hafif raylı sistem, otobüs ulaşım sistemi, ara toplu taşım sistemleri ve özel ulaşım) koordinasyonunu da tartışma gündeminde pet yer almıyor.

Kent verimi, yatırım yönetimi, işletme verimi ve rekabet gücü arasındaki bağ giderek sıkılaşıyor. İşyerlerinin verimini ilk elden etkileyen kent akışkanlıkları konusunda proji ev fikir üretmeyen sivil inisiyatiflerin görevlerini yaptıklarına kendilerini nasıl inandırdıklarını cidden merak ediyorum.

Doğu Marmara Havzası’nın uzun dönemli geleceğini yaratacak olan etkenlerden biri de “kapsayıcı kurumların” hayata taşınmasıdır: Fırsat eşitliğini ve eşit hakları geliştiren, paylaşarak oluşturulan ortak aklın gücünü öne çıkararak, katılımcı yönetim anlayışını yaşam tarzı haline getiren; entelektüel ve sistem kapasitesini geliştirerek ilerlemenin merkezine yerleştiren ve kendi sürekli yeniden ürüten yapıları oluşturmadan gelecek güven altına alınamaz. SPK, BDDK ve MB gibi kurumlarda “özerk yönetim” anlayışından sapmaların ve partizanlıkların karşısında tavır almayan bir STK sağlıklı bir teknik ve ahlâkı duruşa sahip olduğunu içtenlikle savunabilir mi?

Doğu Marmara Havzası’na ilişkin siyasi iradenin, bürokrasinin, iş insanları sivil örgütlenmelerinin ve diğer sivil inisiyatiflerin üzerinde odaklanmaları gereken bir başka konu da teşvik sistemlerindeki geleneksel anlayışın sorgulanmasıdır. Teşvik sistemi, bölgelerarası gelişmeyi kapsamalı, ama uluslararası rekabetin gerek ve yeter şartlarını dikkate alarak, “uluslararası rekabette konumlanmayı” merkez düşünce edinmelidir. Eğer rekabet odağından bakılırsa, mekana dayalı ve kategorik teşvikler yerine; erişebilirlik, esneklik ve hız ilkesini uygulamanın önünü açacak olan “proje-odaklı teşvikler” öne çıkacaktır… Ülkenin ihtiyacına göre projeler seçildiğinde, mekanda gelişme konusundaki bugüne kadar geliştirilen bakış açısının ciddi biçimde sorgulanması gerektiği anlaşılacaktır. Bu alanda siyasetçilerin pragmatist yaklaşımları yerine, analize dayalı proje-odaklı gelişme gerekçelerini üretmek, kitlelerle paylaşmak ve kitle desteği sağlamak hepimizin ortak sorumluluğudur.

Ülkemizde 1980’li yılların “mikro ekonomik liberalizasyon reformları” ile 2000’lı yılların “Makroekonomik stabilizasyon reformları” sonucunda işlerin nasıl doğru yönetilebildiğini hep birlikte tanıklık ettik. Daha siyasi anlamda reformların da orta ve uzun dönemde kaynak yönetimine olumlu katkıları olacaktır. Asıl gündemimiz ise, yeraltı-yerüstü kaynaklarımızı, fiziki sermaye stokumuzu, insan kaynağımızı ve teknolojiyi koordineli ve odaklayarak paylaşımcı yönetimi öne çıkarmak gerekmektedir.

İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Yalova, Bursa, Balıkesir, Bilecik ve Eskişehir Sanayi ve Ticaret Odalarını yönetenlere, borsa yöneticilerine, sivil inisiyatiflere ve seçimle iş başına gelmiş yerel yöneticilerine bir çağrı yapmak istiyorum: Güncel tartışmaların sürükleyiciliğinin yarattığı sele kapılmadan, gerçek gündemi öne çıkarmalı cesaretle üzerine gitmeliyiz. O gündem Doğu Marmara Bölgesi’nin değişen iş koşullarında yeniden ele alarak konumlandırılması olmalı. Ülke ekonomisinin yarısına yakınını kontrol altında tutan bir bölgenin stratejik planı ve yol haritası yoksa, orada makam ve mevki sahibi insanlar hizmeti hakkıyla ürettiklerini nasıl ileri sürebilir?

Tüm yazılarını göster