Doğal afetler finans krizi etkisi yaratıyor

DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Geçtiğimiz yıl nisan ayında İzlanda'da yaşanan yanardağ patlaması Avrupa genelinde hava ulaşımını olumsuz etkilemiş ve küresel tedarik zinciri önemli testlerinden birini vermişti.  Japonya'da yaşanan deprem-tsunami-nükleer alarm-enerji kıtlığı felaketi ise daha büyük bir stres kaynağı yarattı. Uzmanlara göre, bugün imalatçıları etkileyen şoklarla, 2008 finans krizi sürecinde bankaları vuran şoklar arasında önemli benzerlikler mevcut.  Her iki durumda da en büyük iki sürpriz, krizin boyutu ve etki alanlarıydı.

Sorunlar, her iki durumda da sistemin en kontrol altında görünen bölgelerinde başladı: "subprime mortgage"lar finans sektörünü alt üst ederken; durgun Japon ekonomisinde meydana gelen doğal faleket hızla, her yere yayıldı:

. Bankalar, likiditenin bir anda buharlaştığını farkederken; fabrikalar her zaman kullandıkları parçaların gelmemeye başladığını gördüler.

. Finans düzenleyicileri "gölge bankacılık" sistemi ve türev ürünleri ne kadar az anlamış olduklarını keşfederken, imalatçılar da tedarikçilerinin tedarikçilerini; zincirin en ucundakileri ne kadar az tanıdıklarını farkettiler.

. Lehman Brothers battığı zaman, diğer bankalar kendilerinin bu duruma ne derece maruz kaldıklarını ölçmeye çalıştılar. Japonya'ya bağımlı olan şirketler de, bugün aynı durumdalar.

. Krizde, bazı finans kurumlarının batmak için "çok fazla büyük" olduğu görüldü. Bugün ise bazı Japon tedarikçilerin vazgeçilemeyecek kadar büyük oldukları farkediliyor. Örneğin Mitsubishi Gas Chemical ve Hitachi Chemical, akıllı telefonlardaki mikroçiplerin yapıştırılmasında kullanılan reçinenin yüzde 90'ını kontrol ediyor. Her iki şirketin fabrikaları zarar gördü. Bir diğer örnek ise Apple'ın iPod'larında kullandığı pillerin elde edildiği polimer. Bu polimeri üreten ve pazarın yüzde 75'ini elinde bulunduran Japon Kureha firmasının fabrikası da depremde zarar gören fabrikalar arasında yer alıyor.

"Her ihtimale karşı" sistemler

Dünya genelindeki imalatçılar, fiyatlarını yükselterek, ender bulunan yan ürün ve materyallerin arzını garanti altına almaya çalışıyorlar. Japonya ve ABD'de otomotiv üreticileri, üretimlerini düşürmek durumunda kaldılar. Mevcut stoklar tükendiğinde, işlerin nereye varacağını şimdiden tahmin etmek çok mümkün değil.

Boston Consulting Group Başkanı Hans-Paul Bürkner, The Economist dergisine yaptığı açıklamada, imalatçıların Japonya'da yaşanan olaylardan ders alacaklarını ve operasyonlarını yönetirken, en kötü olasılıkları bile dikkate alacaklarını söylüyor. HSBC ekonomistleri ise tedarik zincirlerinin, "her ihtimale karşı" sistemler ile güçlendirilmesi gerektiğini savunuyorlar. 

"Her ihtimale karşı" sistemleri tanımlamak gerekirse; Yan ürün veya materyallerde tekel konumunda olan tedarikçiler, herhangi bir krizde tamamen çaresiz kalmamak için, üretim fabrikalarını farklı coğrafyalara dağıtmaya zorlanacaklar. Müşteriler de, önlem olarak, siparişlerinin bir bölümünü daha küçük rakiplere yönlendirecekler.

Uzmanlara göre, sanayi şirketleri üretim teknikleri ve süreçlerinden fazlalıkları atmak için seneler harcadılar. Bu da onların tedarik şoklarına karşı daha kırılgan olmalarına yol açtı. Bugün ise ters yönde hareket etmeleri ve daha dayanıklı olmak adına bazı verimlilik kayıplarına razı olmaları gerekiyor.

Bu süreçte avutucu olan şu ki; "vazgeçilemeyecek kadar büyük tedarikçi" sorununu çözmek, "batamayacak kadar büyük" banka sorununu çözmekten daha kolay! 

Vazgeçilemeyecek kadar büyük tedarikçiler

Büyük şirketlerin bazı ürünlerin tedarik zincirinde tekel konumunda olmalarına bir de farklı açıdan bakalım. Geçtiğimiz günlerde Odak Danışmanlık tarafından düzenlenen Sürdürülebilirlik Akademisi kapsamında WWF Başkan Yardımcısı Jason Clay'in daha önce yapmış olduğu bir konuşmanın videosuna yer verildi.

Clay, dünya genelinde biyo çeşitlilik açısından son derece zengin olan 35 bölge olduğunu ve bu bölgelerdeki zenginliklerin değerlendirilmesi gerektiğini dile getiriyor.  Clay'e göre odaklanılması gereken ikinci konu, yaşamsal önem taşıyan emtialar. Pirinç, buğday gibi yaşamsal önem taşıyan emtiaların sayısı 15'e ulaşıyor. Bu 15 emtianın yüzde 70'i dünya genelindeki 300-500 şirketin kontrolünde. Dolayısıyla küresel üretim ve tüketim alışkanlıklarını değiştirmek de bu şirketlerin elinde. Bu şirketlerin başına gelecek doğal bir felaket tüm dünyayı etkileyeceği gibi, bu şirketlerin "sürdürülebilirlik" kavramını temel almaları da, tüm dünyayı etkileyecektir şüphesiz.  Clay, "300-500 şirkete ulaşmak çok mümkün olmadığından, en büyük 100 şirketi belirledik. Bu şirketler 15 öncelikli emtianın yüzde 25'ini kontrol ediyorlar. Eğer bu şirketler sürdürülebilir ürün talebinde bulunurlarsa, küresel üretim alışkanları da yüzde 40-50 oranında değişir" diyor.

Clay'in dediği gibi sürdürülebilir ekonomiye geçişte en büyük görev büyük şirketlere düşüyor. Büyük şirketlerin sürdürülebilir ürünler talep etmesi, üreticilerin ve tüm tedarik zincirinin de sürdürülebilir bir yapıya geçmesine yol açacak. Şirketler değişirse, süreç de kendiliğinden değişecek.

Sonuç olarak, vazgeçilemeyecek kadar büyük tedarikçiler, eğer isterlerse, vazgeçilmez görünen alışkanlıkları değiştirebilirler. Çok büyük olmak bazen işe yarayabilir.

Fukuşima Daiçi, Çernobil kadar tehlikeli hale geldi

Japonya yaşadığı nükleer krizi en yüksek düzeye çıkararak, 1986 yılında yaşanan Çernobil nükleer felaketiyle eşitledi. Japon Nükleer Güvenlik Ajansı'ndan (NISA) bir yetkili, deprem ve tsunamiden hasar gören Fukushima santralından çıkan radyasyonun kümülatif düzeyine göre, kazanın uluslararası ölçekte en üst düzey olan 7'ye yükseltildiğini açıkladı. NISA kazanın düzeyini daha önce 5 olarak açıklamıştı. Bu, 1979 yılında ABD'de Three Mile Island nükleer santralında meydana gelen kazayla aynı dereceyi gösteriyor.NISA, Fukushima santralinden atmosfere salınan radyasyon miktarının Çernobil'den salınan miktarın yüzde 10'u düzeyinde olduğunu kaydetti. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (IAEA) göre, 7 düzeyindeki bir kazada yaygın sağlık ve çevresel sonuçlar yaratan ciddi bir radyasyon salımı oluyor. 5 düzeyindeki nükleer kazalarda ise az sayıda ölüme yol açan sınırlı radyoaktif madde salımı meydana geliyor.

Tüketici güveni darbe aldı

Japonya Ekonomi Bakanı Kaoru Yosano, geçen ay yaşanan deprem ve tsunaminin ekonomik zararının ilk tahmin edilenden daha fazla olabileceğini söyledi. Yosana, gazetecilere yaptığı açıklamada, enerji kısıntılarının fabrika üretimine engel olduğunu ve arz zincirini bozduğunu ifade ederek, deprem ve tsunaminin ekonomik zararının ilk tahmin edilenden daha fazla olabileceğini ifade etti. Yosana, doğal felaketlerden sonra insanların harcamadan kaçınma eğilimi içinde olduklarını da belirtti. Hükümet, felaketin sadece araç-gereçlere zararının 300 milyar dolara ulaşabileceğini tahmin ediyor. Zararın, tüketici güveni, fabrika üretimi ve arz zincirine etkisini hesaplamak ise daha zor. Öte yandan, yatırım bankası JP Morgan, Fukuşima santralini işleten Tepco şirketinin 23,6 milyar dolarlık (2 trilyon yen) tazminat talebiyle karşı karşıya kalabileceğini belirtti.

Çernobil korkusu borsaları düşürdü

Japonya'daki santralin tehlike seviyesinin Çernobil düzeyine çıkarılması nedeniyle Japonya'da Tokyo Borsası'nın temel göstergesi Nikkei 225 Endeksi yüzde

1.69, Hong Kong  Borsası yüzde 1.32, Avustralya Borsası yüzde 1.43, Endonezya Borsası yüzde 0.67, Singapur Borsası yüzde 0.73, Tayvan Borsası yüzde 1.66, Tayland Borsası yüzde 0.62, Hindistan Borsası yüzde 0.97 ve Güney Kore Borsası yüzde 1.54 geriledi.

Tüm yazılarını göster