Devlet ve şirket

Gültekin KARA OTOSTOP gultekin.kara@dunya.com

Geçtiğimiz hafta 'otomotiv siyasidir' diye bir yazı yazmıştım. Tüm dünyada otomotiv endüstrisinde yaşanan gelişmelerin sadece finansal tablolar, üretim istatistikleri, şemalar, mekanik işlemlerden ibaret olmadığı ardında çok büyük siyasal hesapların yattığını ileri sürmüştüm.

Bence dünyaya yön veren büyük şirketlerle, dünyaya yön veren büyük ülkeler arasında çok ciddi benzerlikler vardır. Kar amacı güden bir tüzel kişilikle, devlet arasında amaçsal anlamda bazı ortak

paydaların olduğunu düşünüyorum. Bir tanesi hissedarlarını memnun etmeli, bir diğeri de vatandaşlarını...

Devletin sosyal sorumluluklarını, güvenlik ve adalet sağlama gibi yükümlülüklerini bir anlığında kenara koyarak yazıyorum bu satırları.

Kurumsal/idari yapısını tamamlamış bir tüzel kişilikte ve devlet yapısı içinde bireyler net bir şekilde ikinci plandadır. Devlet ve şirketlerde devamlılık esastır ve bireylerin yeri her zaman doldurulabilir.

Lakin bu durumun bazı istisnaları olabiliyor. Her ikisinde de fark yaratmayı başaran dahiler şirketi ve/veya devletleri yetenek ve idare becerileriyle eşitler arasında birkaç adım öteye taşımayı başarabiliyor.

Bu dahileri bir kenara bırakırsak, gerek devletler/ gerekse şirketler yazılı ya da görünmeyen anayasa/  ana sözleşmelerine uygun hareket etmek zorundadır. Bu zorunluluğu değiştirebilmek için kelimenin tam anlamıyla bir lider olmak gerekir. Eğer söz konusu liderliğin gerektirdiği adımları ve iradeyi gösteremezseniz işte o zaman çarklar sizi öğütür.

Buradan otomotive dönersek...

Bugün Renault'nun yaşadıkları, anlatmaya çalıştığım konunun bence güzel lakin biraz sis perdesinin ardında kalmış, soyut örneğini oluşturuyor.

Önce aktörleri sayalım.

İlk oyuncumuz son yirmi yıla kadar devlet eliyle yönetilmiş, daha sonra Avrupa'nın zirvesini hedefleyen Renault. İkinci oyuncumuz, sarsılan AB'de liderliği hedefleyen, eski sömürgelerine doğru açılma yolunda adımlar atan sağcı bir politikayla yönetilen Fransa Hükümeti.

Şimdi bu iki aktörün ilişkisine göz atalım. Öncelikle, yaklaşık yüzde 16'lık hissesi ve iki temsilcisiyle Fransa Hükümeti, Renault'da oldukça hakim. Bu hakimiyet Renault'nun Fransa'nın ali çıkarları doğrultusunda hareket etmesi yönünde de baskı yapıyor.

Lakin bu baskı bazen şirket-devlet çıkarları doğrultusunda çatışmalar yaratıyor. Üretim yerleri ve yatırım konularında politikacılar popülist davranırken şirketin profesyonelleri karı düşünüyor. Hatta Fransa'nın dış politikasının tam zıttı noktalarda Renault, cesur adımlar atıyor. Bu adımları atabiliyor.

Bu özgürlüğün nedeni ise Renault'nun, Fransa Cumhurbaşkanı'ndan çok daha güçlü olmasında yatıyor. Fransızların tamamı Sarkozy'nin geçici, Renault markasının ise kalıcı olduğunun bilincindeler. O yüzden kişilerden ziyade kendi öz markaları üzerinde muhafazakarlık yapıyor. İşte bu nedenle Renault Başkanı Carlos Ghosn, bir anlamda şirketi dış etkilerden bağımsız olarak yönetebiliyor.

Tabii attığı adımların tüm sorumluluğunu da alarak. Ancak, çok net söylemek gerekiyor ki bu Ghosn- Sarkozy çekişmesinde şu sıralar Ghosn'un ağır basması tamamen Nicholas Sarkozy'nin içinde bulunduğu durumdan kaynaklanıyor. Zira, gelecek seçimlerde büyük ihtimalle koltuğunu devredecek Sarkozy'nin, aşırı sağa yakın tutumu Fransa'da halk tarafından da çok büyük destek görmediğinden Ghosn'un eli daha rahat.

Lakin, her şekilde de ben devlet/devlet kadar güçlü şirket dengesinde güçlü tarafın her zaman devlet olduğuna inanıyorum. Kişilerden ari olarak bakıldığında eninde sonunda devletin çıkarlarının daha ağır basacağı bir gerçek.

Devletten gelecek çağrılara eninde sonunda herkes ayak uyduruyor. Buna Ghosn da dahil, Sergio Marchionne de. O yüzden, cumhurbaşkanı ya da başbakan rağmen atılan adımlara bu gözle bakıp, gereğinden fazla paye vermemekte yarar var.

Tüm yazılarını göster