Demokrasilerde korku endeksi olur mu?

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Olur da, ekonomiyle ilgili bir endeks biçiminde olur. Bizde pek kullanılmayan, daha doğrusu pek de bilinmeyen bir endekstir bu. Chicago Opsiyon Borsası’nda S&P endeksi üzerinden volatiliteyi ölçen tescilli endekse VIX (Volatility IndeX) deniliyor. VIX, korkunun derecesini belirliyor. Endeks, elbette bir anketle oluşturulmuyor. 1993 yılından beri hesaplanan VIX, S&P hisse opsiyon fiyatlarını kullanıyor ve opsiyon fiyatlarının piyasa volatilitesiyle ilişkisinden yola çıkarak piyasanın beklenen volatilitesini belirliyor. 

Adı zaman içinde biraz esnetilmiş ve korku endeksi kavramının yerini, endişe endeksi almaya başlamış. 

Bizim sözünü ettiğimiz endeks ise, ekonomiyle çok dolaylı bir ilişkiye sahip. Hemen her konu sonuçta ekonomiyle bağlantılıdır da, buradaki bağlantı “korkunun ekonomikleştirilmesi” dir. 

“Sizi emniyetten arıyoruz; hattınızı şu örgüt kullanıyor, telefon numaranız bu örgütün eline geçmiş; bu işten sıyrılmak için şuraya şu kadar para getirin, sakın kimseye haber vermeyin, paranız yoksa da tez elden bulun, bankadan kredi çekin, şu çöp kutusuna bırakın ve hemen oradan uzaklaşın” talimatı yağdırılan telefon almayan var mıdır acaba... Çoğumuz bu talimatları dinlemeden pek de hoş olmayan şeyler söyleyerek (ve duyarak) telefonu kapattık, ama bir kısmımız da deyim yerindeyse bu numarayı “yedik”. 

Kitaplar yazan, profesör unvanı alan, insanlara hem de genel yaklaşımın tam tersi öneriler dile getirerek sağlık öğüdü verenler bile bu zokayı yuttu. 

Emniyetin, dönem dönem tüm cep telefonlarına bu tür aramalara itibar edilmemesi yönünde uyarı göndermesine rağmen gerçekleşti bu soygunlar. Gazetelerde haberler çıktı, televizyonlarda döne döne anlatıldı. Ama bizim “uyanık” halkımız, dizilerden, “eşin kaç acı biber yiyebilir” türü yarışmalardan haberlere bir türlü geçiş yapamadığı için bu uyarılardan haberdar olamadı. 

Şimdi ev telefonları “gözde” 

Cep telefonlarıyla dolandırıcılık, belli ki doyum noktasına ulaştı. Şimdi yeni bir alan var. Ev telefonları... Hem bu telefonların çoğunda karşıdaki kişi ev hanımı. Etkilemesi, hadi daha açık söyleyelim kandırması daha kolay görülen bir kesim. 

Dolandırıcılar, şimdi “Hattınız ele geçirildi” kalıbıyla cep telefonlarına değil, ev telefonlarına yöneldiler. Numara aynı ve klasik; “Emniyet’ten arıyoruz, ben komiser bilmem kim...” gibi. 

Nasrettin Hoca’nın hikayesi geliyor akla; bu numaraya aldanan, parasını kaptıran saf, hatta saf ötesi; ama iyi de hırsızın, soyguncunun hiç mi suçu yok? 

Ya da daha önemlisi, en önemlisi, can alıcı olanı, Türk vatandaşlarının “Ben polisim” diyenden bu kadar korkmalarının sorumlusu kim? 

Hiçbir suç işlememişsiniz, bir gün telefonunuz çalıyor ve kendini polis olarak tanıtan biri üstelik de saçma sapan bir gerekçeyle kendisine inanmanızı istiyor ve de daha da ilginci bu sorundan kurtulabilmeniz için sizden para talep ediyor. Altını çizelim, hiçbir suç işlemediğiniz halde korkuyorsunuz. Sonrası malum, tıpış tıpış, kimilerinin ifade ettiği gibi hipnotize olmuşçasına gidip parayı veriyorsunuz. Hatta, soyulmak üzere olduğunuz fark edilen şanslı kişilerdenseniz, gerçek polise de bir türlü inanmıyor, adeta ayak diriyorsunuz. 

Şimdi soralım ve dürüstçe cevap verelim. Bu korkunun oluşmasında polisin, hükümetin hiç mi suçu yok? Ne yani yalnızca para kaptıranlar saf, parayı kapanlar uyanık; peki bu ortamın oluşmasına bir şekilde zemin hazırlamış olanlar, Türk halkının böylesine bir korku ortamında yaşamasına yol açanlar hiç mi suçlu değil? 

Ülkede korku endeksi zirve yapmış adeta. Yabancı tutmuş korku endeksi diye, hisse senedi piyasasıyla ilgili bir kavram oluşturmuş, biz korku endeksini günlük hayatımıza sokup zirveye çıkarmışız. 

Sokaktaki vatandaş da, işadamı da... 

Sanıyor musunuz ki bu korku yalnızca telefonu çaldığında emniyetten arandığını söyleyenleri titretiyor. Hatta onlar bundan çok daha az etkileniyor. Biraz kafası çalışan, gelişmeleri biraz olsun izleyen kimse, bu yalana kanmıyor. 

Ama kafası oldukça iyi çalışan, iş kurmuş, istihdam yaratmış, üretim yapan, katma değer yaratan, vergi ödeyen işadamı korku içindeyse ve bu korkunun da maddi bir temeli varsa ne yapacağız? İstendiği kadar aksi söylensin, vergi denetimi konusunun hakkaniyet içinde değil de, keyfi bir şekilde yapıldığı yargısı oluşmuşsa, bu yargıyı yok etmek kolay mı? Ya da bu yargının nasıl oluştuğunu, niye oluştuğunu sorgulamak işadamının işi mi, yoksa denetim yetkisini elinde bulunduranların mı?

Tüm yazılarını göster