Demokrasi ilkeleri ve yönetici seçkinler

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Binden fazla akademisyenin imzaladığı, Kürt sorunu ile ilgili barış çağrısı bildirisi birkaç gündür gündemimizi işgal ediyor. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız ortak bir koro halinde, imza sahiplerini eleştiriyorlar; yargıyı, YÖK’ü ve üniversiteleri terörü desteklediğini iddia ettikleri bildiri karşısında göreve davet ediyorlar. Yerleşik liberal demokrasinin egemen olduğu bir ülkede böyle bir bildiri yayınlansaydı ne olurdu? Hemen söyleyeyim: Hiçbir şey! Herhangi bir siyasi liderin değil konu üzerinde uzunca konuşması, muhtemelen konuya değinmesi bile söz konusu olmazdı. Bildiri kamuoyunda tartışılabilir, hatta bazı çevreler üniversite yönetimlerinden imza sahiplerinin cezalandırılmasını isteyebilirlerdi. Ancak üniversite yönetiminden sorumlu olan kurumların yetkilileri, bildirinin içeriğindeki görüşleri onaylamasalar da, konunun akademik ve bireysel özgürlükler çerçevesinde gerçekleştirilebilecek bir eylem olduğunu, herhangi bir işleme ihtiyaç olmadığını belirtirlerdi. Mesele kapanır giderdi. Bazen demokrasisi yerleşik ülkelerde böyle bildiriler hazırlanır, genellikle tanınmış bir ulusal gazetede bir sayfa satın alınarak ilan şeklinde yayınlanır, iş orada kalır. Kamuoyu da aydın ya da entelektüel olarak tanınan kişilerin ortalamadan ayrılan fikirleri ifade etmesini yadırgamaz, çoğu zaman pek ciddiye de almaz. 

Bizim nevi şahsına münhasır demokrasimizde neden büyük fırtınalar esiyor? Galiba kültürümüzde zaten ortalamadan ayrılmayı hoş karşılamamaya, farklıdan rahatsız olma yönünde güçlü bir eğilim var. Lakin ülkemizde bir kısım üniversite mensubu ilk defa bir bildiri yayınlamıyor. Bu kadar sert bir tepki ise ilk defa söz konusu. Sertlik şüphesiz kısmen ülkemizin Güneydoğusunda yoğun çatışmadan, her gün gelen şehit haberlerinden kaynaklanıyor. Bildirinin iyi düşünülmeden, tek tarafl ı kaleme alınmış olması da büyüklerimizi kızdırmış olabilir. Ancak, daha genel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu da görmemiz lazım. Gerek anayasanın tarafsız ve siyaset üstü olmasını öngördüğü cumhurbaşkanımız, gerek hükümetimiz demokrasiyi çoğunluğa sahip kadroların istediklerini eleştirilmeden yapabilmeleri olarak algılıyor. Eleştiriye tahammülsüzler. Demokratik yönetimin muhalefet partilerini gerektirdiğini kabullenseler de, demokrasinin daha kapsamlı bir denge ve denetleme sistemi olduğunu; bağımsız yargının iktidardan talimat alamayacağını, onu hiç de memnun etmeyen kararlar verebileceğini; devlet kurumlarının siyasi yetkililerin talimatlarını ancak kanunlar dahilinde yerine getirebileceğini, bazı kurumların ise özerk olduğunu kabullenemiyorlar. Kendi icraatlarıyla ülkeyi uluslararası camiada itibarsızlaştırdıklarını herhalde görüyorlar ama önemsemiyorlar. Yönetici seçkinlerin demokrasinin esaslarını özümseyemedikleri bir ülkede demokrasi sürdürülebilir mi? Bir bildiriye karşı bu kadar sert tepki verilince, evet demek kolay gözükmüyor.

Tüm yazılarını göster