Demir Gökgöl de gitti...

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Sevgili abim Deniz Kavukçuoğlu'nun İzmir Kitap Fuarı'na davet ettiği kadim dostu Demir'in (Gökgöl) geçen 9 yıl içinde hayatımdaki en önemli insanlardan biri olacağını nereden bilebilirdim? Onun Hamburg'ta tanıştırdığı Zeki (Zarif Şahin) ile gelişen yeni dostluk halkalarım, Abi (Zeynel Abidin Yurtsever) ile de âdeta perçinlenecekti...
Deniz'in can arkadaşı, Abi'nin öz babası kadar hatta daha çok bağlandığı, Zeki'nin sevgili abisi, benim geç bulup erken kaybettiğim Demir, bugün Ohlsdorf Mezarlığı'nda toprağa veriliyor. 3 yıldır boğuştuğu gırtlak kanserine 22 Mart günü yenik düşen dostumuz için dün, Fritz-Schumacher Halle'de bir veda töreni yapıldı. Tutkunu olduğu caz parçaları seslendirildi. Çelenkler veya buketlerle değil, hayat arkadaşı Jutta'nın istediği gibi yüreklerinden kopardıkları, yanına bırakacakları birer çiçekle gittiler dostları...
1937 doğumlu olan Demir, neredeyse yarım asra yakın süredir Hamburg'ta yaşıyordu. Airbus uçak fabrikasından emekli olmuştu... Bana armağanı olan özel günlerde taktığım gümüş cep saati, bu fabrikanın ona emeklilik hediyesiydi.
Onu, tanışmamızdan çok önce seyrettiğim Tevfik Başer'in 1986 yapımı "40 Metrekare Almanya" filmindeki kısa, ama önemli "Hoca" rolünden biliyordum. O filmden neredeyse çeyrek asır sonra karşılaştığımız İzmir'in o büyülü ortamında artık hayatta olmayan Erdal Özlerle, Dursun Akçamlarla neredeyse bütün gün süren sohbetlerimizde ona çabucak ısınmıştım. Tabii o davudi ses tonuna, engin müzik bilgisine de hayran olmuştum... Bu arada öğrenmiştim ki Demir Gökgöl, Rusya'daki Türk Kadın Hareketi'nin öncülerinden Şefika Gaspıralı'nın torunuydu. Aile, 1917 Ekim Devrimi sonrasında İstanbul'a göç etmişti.
Demir, Taksim-Gümüşsuyu'nda - satıldığı için daima hayıflandığı - ailesine ait olan apartmanda dünyaya gelmişti. 50'lerin sonunda tiyatro bilimi ve dramaturji eğitimi için Viyana'ya gitmiş, 4 yıl sonra Türkiye'ye dönüp askerlik görevini tamamlamış, bir süre TRT'de çalışmıştı.
Aralarında Metin Deniz, Ferruh Doğan, Kuzgun Acar, Savaş Dinçel, Okay Temiz, Bora Ayanoğlu, Gürdal Duyar, Özdemir Asaf, Erdöl Boratap'ın da bulunduğu sanat dünyasının önemli isimlerinin birçoğu yakın arkadaşlarıydı. Gümüşsuyu'ndaki Park Otel'in müdavimi olan grupla yaşadığı bohem hayatın zirvesinde, sonrasında büyük pişmanlık duyacağı ani bir kararla evlenmişti. Eşi Zeynep, Ertuğrul İlgin ile Muazzez Kurdoğlu'nun kızlarıydı. Bu evlilik ve doğan bebek geleceğe ilişkin tüm planlarını altüst edecekti.
1968'de ailesiyle Hamburg'a yerleşen Demir, yıllarca hayata küsmüş, evine kapanmıştı. Taa ki 80'lerin başında Deniz Kavukçuoğlu ile tanışana kadar... Bu arkadaşlığın başlamasıyla yeniden hayata dönen Demir, Erhun Kandemir'le "Jazztaurant"ı, daha sonra piyanist Glawischnig ile birlikte "Circle"ı hayata geçirmişse de aralarında Chet Baker'ın da olduğu ünlü cazcıların çaldığı bu mekânlar uzun süre yaşayamamıştı. 
Tanıştığımız yıllarda kulüp serüvenleri çoktan bitmişti, ama muhteşem sesiyle Nâzım şiirlerini okuduğu, müziklerini Fuat Saka'nın yaptığı "Arhaveli İsmail" ve "Yaşamaya Dair" isimlerinde 2 CD vardı. Hamburg günlerinde bir akşama doğru ikisini de "Canım Farukçuğuma" diye başlayan cümlelerle imzalayıp vermişti. Dinler dinlemez öylesine etkilenmiştim ki, okuduğu henüz CD'leşmemiş Sait Faik öykülerinin hiç olmazsa birkaçını da rica etmiş, teybime Orhan Veli şiirleri yorumlatmıştım...  Artık İstanbul'da Demir Gökgöl dinliyor, onunla sohbet edebilmek için yılda en az 2-3 kez Hamburg'a gidecek fırsatlar yaratmaya çalışıyordum. Bu arada Fatih Akın'ın bol ödüllü filmi "Duvara Karşı"da (2004) yine unutulmaz bir karakter canlandıracak; rol alacağı filmler ve TV dizileri biribirini izleyecekti. Öte yandan, özellikle Nâzım, Brecht, Orhan Veli, Sait Faik, Neruda ve (bir filmde hayatını canlandırmak istediği) Mevlânâ'dan Almanca okuduğu şiirler, büyük ilgi görecek; birçok kentte, müzik eşliğinde yorumlarını sergileyecekti...
Ve sürekli yazışacaktık, işte ondan bilmem kaçıncı operasyon sonrasında birkaç cümle:
"Seni tanıyınca birden seninle tanışmadığımız zamanlara hayıflandım. Yazılarını okurken yanındaymışım gibi oluyorum hiç olmazsa. (...) Artık yaşam bana ait, tabii bana ayrılmış yaşam. Onu sonuna dek dostlarımla hasbihal ederek yaşamak istiyorum; birazdan eve gideceğim, yeni planlar yapacağım." (19 Ekim 2011)
"İstanbul deyince aklıma Sait Faik'le Faruk Şüyün gelir. Neler vermezdim meze dolu bir masaya, İstanbul, dostlar, sen... Metansız rakı. Artık hayal oldu!" (9 Kasım 2011)
Gençliğini sürdürdüğü 50'li yılların İstanbul'unu, o zamanki gibi hatırlamak, balık yerine lahmacun kokan, maviliklerin sarılaşmaya başladığı yerleri görmemek için, vatandaşlığını hiç bırakmadığı ülkesine pek az uğrayacaktı. İzmir sonrasında İstanbul Kitap Fuarı'nda kendisiyle bir söyleşi yapacak, Nâzım şiirleri dinleyecektik. Daha sonra, kendisinin de yer aldığı "Geldiler ve Kaldılar" isimli kitabın okuması için İstanbul'a son kez, Alman Başkonsolosluğu'ndaki okuma için gelecekti.
Sonsuzluğa yola çıktığı haberini alır almaz Hamburg'a gittiğimde, Abi ile paylaştıklarımızdan birisi de bu ak sakallı, ak saçlı, çok yaşlı gibi görünen dostumuzun son ânına kadar hepimizden daha genç olan beyni, sanat için çarpan kalbi oldu... Son filmi yine Fatih Akın'ın yönettiği "Soul Kitchen"dı (2009). Son oynadığı dizi ise "Tatort" (2010). Hastalığı nedeniyle sesini kaybettiği, gırtlağının alındığı günlerde bu durumunu bilmeden gelen o kadar çok teklif vardı ki...
O, yaşamının en verimli olabilecek çağında yüreklerimizde asla doldurulamayacak büyük boşluklar bırakarak ayrıldı. Işıklar içinde yatsın...

Tüm yazılarını göster