Değişmeyen varsayımlar ve ağırlaşan sorunlar

Uğur CİVELEK ARKA PLAN dunyaweb@dunya.com

Herhangi bir ekonomiye ilişkin büyüme rakamlarının ortalama gelir artışını temsil ettiği varsayılır, geleceğe yönelik tüm tahminler ve politika değişikliklerinde dikkate alınır. Eğer açıklanan rakam gerçeği yansıtma noktasından uzaklaşıyor ise sorunların ağırlaşması ve uzun vadede evdeki hesapların çarşıya uymaması kaçınılmaz bir sonuçtur. Bugün küresel düzeyde yaşanan olumsuzlukların en önemli sebeplerinden biri de budur; açıklanan büyüme rakamları sistemli bir şekilde ortalama gelir artışını temsil etmekten uzaklaşırken varsayımlar herhangi bir değişiklik yaşamamış, sistemik riskin kademeli olarak yükselmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Sonuçta şeffaflık azalmış, temel kavramlara ilişkin standart algılamalar gerçekçilikten uzaklaşmış, teşhis ve tedavilerin isabet oranı azalmıştır.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine bakılır ise ekonomimizin 2010 yılında sergilediği büyüme performansı yüzde 8.8'dir. Geleceğe yönelik karar alanlar bu rakamın ortalama gelir artışını yansıttığı varsayımı ile tercihlerini kullanmaktadır. Söz konusu rakam gayri safi yurtiçi hasılanın bir önceki yıla göre reel artışını temsil etmektedir. Büyük oranda sınai üretim rakamı pivot olarak kullanılmakta ve 2005 yılı parametreleri kullanılarak hesaplanmaktadır. Asıl önemlisi ülkemizdeki ortalama gelir artışı ile herhangi bir ilgisi yoktur. Fakat bankalarımız durum böyle değilmiş gibi kredi vermekte bu yöndeki eğilimi frenleme yönündeki çabalara direnmektedir. Uzun dönemde küresel düzeyde yaşananlardan herhangi bir ders alma ve daha doğruyu arama konusunda herhangi bir arayış yoktur.

Batı bolukunda hesaplanan büyüme rakamları soğuk savaş sonrasında iyice sulandırıldı ve veriler gerçeği yansıtmaktan uzaklaştı. Hesaplamada önce milli gelir yerine gayri safi milli hasıla, daha sonra da gayri safi yurtiçi hasıla rakamları kullanılmaya başlandı, başka bir deyişle önce stok değişimleri ve amortismanlar hesaplamanın kapsamı dışına çıkarken, daha sonra dış alemle ilişkiler de dikkate alınmaz oldu. Sonuçta özellikle büyük cari açık veren ekonomilerde gerçek ile görüntü arasındaki fark rekor düzeylere ulaştı ve başta mali sektör olmak üzere tüm sektörleri etkileyen sorunların oluşmasına katkı yaptı. Küreselleşmenin farklı ekonomiler üzerinde yaptığı tahribat kriz aşamasına gelinceye kadar görünmezlik zırhı içinde oldu. Ortalama gelir artışı olmamasına rağmen varmış ve işler iyi gidiyor gibi göstermeye çalışmanın bugünkü faturası katlanılabilir düzeyleri aştı. Kısa vadede panik tepkileri önlemek, mali sektörü koruyup kollamak gibi gerekçelerle yapılanlar insanlığın geleceğini karartmaya başladı.

1995 yılı sonrasında küresel rekabet koşullarında hızla büyüyen olumsuzlaşma gerçek durumdan uzaklaşmayı hızlandırdı, her şeyi sanallaştı, sorun ve dengesizlikler ağırlaştı. Resmi rakamlara bakar isek 2002 yılı sonrasında Türkiye ekonomisinin konsolide büyümesi nerede ise yüzde 50 düzeyine yaklaşmış, diğer taraftan kişi başına dolar bazında gelir ise 4 katını aşmış! Yine aynı dönemde banka kredilerinde yaklaşık dokuz katlık artış yaşanmış; 56.3 milyar Türk Lirası'ndan 553 milyar düzeyine gelinmiş. Fakat bireysel kredilerin en önemli müşteri gruplarının satın alma gücü yüzde 30'u aşan oranda gerilemiş. Bu rakamların iyiye gittiği iddia edilen bir ekonomide eşanlı olarak yaşanmış olması ancak büyük bir gaflet sayesinde mümkün olabilir. Zira büyüme ve kalkınmaya ilişkin verilerle geniş kesimlerin alım gücündeki değişim arasında büyük bir çelişki var ve kredi kalitesine ilişkin şüphelerin büyümesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu koşullarda bile ekonominin ısınmadığını, çıktı açığı olmadığını iddia edenlerin hangi gezegende yaşadığını merak ediyoruz!..

Büyüme sanallığı, mali sektörü onların durumu ise enflasyonist baskıyı tetikliyor; sorunlar ağırlaşıyor. Ne diyelim, dikkatli olun, herkesinyaptığını yapmayın!..

Tüm yazılarını göster