Değişmeden büyümek zor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Ekonominin kritik göstergelerinin, krizin yarattığı konjonktürel bozulmanın düzelmesi yönünden iyimserlik için yeterli işaretleri henüz vermediğini daha önce belirtmiştik. Geçen hafta yaşadığımız sel baskınları, yol açtığı derin üzüntü dışında, temel sorunlarımızın, çokça yaptığımız gibi sadece konjonktür ile uğraşma lüksünü bize tanımayacak kadar çok boyutlu olduğunu ve salt ekonomik yapı ile sınırlı kalmayıp toplumsal altyapı ve organizasyon darboğazlarına da uzandığını moral bozucu bir biçimde hatırlattı. Üstelik ekonomik ve toplumsal yapı ile ilgili stratejik öncelikler listesini ihmal etmemizin faturası sadece kalıcı büyüme hedeflerimize vereceği zarar ile kalmayacak, konjonktürel krizler ile baş etme yeteneğimizi de azaltıp çıkış sürecini uzatacak.

2010 hedefleri de riskli

TÜİK'in açıkladığı resmi rakamlar, ekonominin 2010'un ilk yarısında hem reel hem de nominal olarak (sırasıyla %10,6 ve %3,7) küçüldüğünü gösteriyor. Büyük ihtimalle yılın sonunu %6 civarında bir küçülme ile tamamlayacağız. 2010 yılında ne olacağı ise hem kontrolümüz içinde hem de dışında bulunan pek çok faktöre bağlı.

Bir yandan kontrolümüz altındaki alanlarda doğru ve zamanında inisiyatif almak, öte yandan kontrol dışı gelişmelere karşı pozisyonumuzu belirlemek ve politika geliştirmek için hazırlıklı olmak gerekiyor. Uzun süren bir bekleme döneminden sonra herhalde yakında açıklanacak olan Orta Vadeli Program'ın artık kendi başına hanehalkı ve yatırımcı güvenini oluşturması kolay değil. Daralan zaman, somut politika tedbirlerinin başarısına dair daha açık işaretler, faiz ve kamu borcu düzeyi açısından sürdürülebilirlik konusunda daha fazla kanıt aranacağını çağrıştırıyor. Yönetimin ısrarla vurguladığı mali disiplin önceliğinin gelir ve harcama ayaklarında hayata geçirilmesi, uzun zamandır sonuçlandırılamayan yapısal reform alanları ile ilgili uygulamalar gerektireceği için merakla, biraz da tereddütle bekleniyor.  Bu alanlarda kısa vadede sonuç verecek radikal ilerlemeler sağlanmaz ve kamu borçlanması arttırılırsa 2010 yılı büyüme performansının da zora girmesi kaçınılmaz.

Mali disiplin için reform şart

Manevra alanını genişletecek olan kritik yapısal reformlar, sosyal güvenlik ve işgücü piyasası, vergi sistemi ve idaresi, kamu mali yönetimi ve kontrol yasası uygulaması gibi her biri büyük çaba ve siyasi risk gerektiren konuları ilgilendiriyor.

Artan işsizlik, sosyal güvenlik ve istihdam ayağında yapılabileceklere ilave bir kısıt getirmiş durumda. Gelir vergisi tabanının genişletilmesi ve kayıtdışının azaltılması yönünden hızlı ve sürpriz bir eylem planı ortaya konsa bile, bunun sonucunun alınması 2010 yılından sonrasına sarkacak. Yine de mali disiplin konusundaki kararlılığı gösterecek olan böyle bir politikanın mevcut konjonktürde yürürlüğe konup konmayacağı soru işareti.

Vergi idaresinin etkinliğinin arttırılması ve denetimin bugünkü gibi standartsız, seyrek ve sübjektif değil yaygın, cari döneme yoğunlaşan ve objektif tarzda uygulanması ise hem kamu kesiminde hem de mevcut ve potansiyel mükellef kitlesinde yerleşik zihniyet ve organizasyon engellerinin aşılmasını gerektirecek.

Geniş anlamdaki kamu harcamaları ise, anlaşılıyor ki, bundan böyle çok seçici bir şekilde yürütülecek. Aksi durum sorunları derinleştirir.

Mevcutla yetinerek olmaz

Önümüzdeki dönem için Türkiye'nin diğer ülkelere göre en önemli avantajlarından biri olarak hanehalkının düşük borçluluk düzeyi öne çıkıyor. Aynı hanehalkının doğal afetlere karşı pek iyi durumda olmadığını bir kenara bıraksak bile, ekonominin edilgen ve bağımlı yapısal özelliklerini dönüştüremezsek bu avantajın ne kadar süreceği de kuşkulu hale gelecek.

Belirgin bir sanayi stratejisinden yoksun, ürettiği katma değer ve teknolojik bilgi ve insan kaynağı yatırımı yetersiz mevcut ekonomik yapı ile yola devam edersek ne bu krizde ne de sonrasında küresel rekabet şansımızın fazla olacağını sanmıyorum. Ancak, doğrusunu söylemek gerekirse, toplumsal reflekslerimiz ve geçmişteki sicilimiz, bu riskin pek de düşük olmadığını gösteriyor. Dünyada rekabetçilik açısından büyük bir zaaf olarak görülen "mevcut durumla yetinme" eğilimi, söylemlerimizde açıkça kabul etmesek de, her kesimde sık sık gözlenebilen ve küresel standartlara ulaşmak gerektiğinde usulca arkasına gizlendiğimiz bir özellik. Nasıl bireysel performanslar konusunda ufkumuzu komşular ve akrabalar ile sınırlamayı tercih ediyorsak, sanatta ve bilimde olduğu gibi ekonomide de küresel örneklere ve rekabete kolayca sırt çevirebiliyoruz. Kadercilik ya da Akdenizlilik ile de bağlantılı olabilecek bu özelliğimizden sıyrılmayı da stratejik dönüşüm programımıza dahil etmekte büyük yarar var.

Genç nüfus potansiyelimize bakarak yerleştirildiğimiz lider yükselen ülkeler kategorisindeki yerimizin çok da sağlam olmadığını, sürdürülebilir ve yüksek bir rekabet gücüne odaklanan bir yörüngeye oturamazsak rating notlarımızda olduğu gibi durağan kategoriye hızla inebileceğimizi unutmayalım…

Tüm yazılarını göster