Değişimi hızlandırmadan olmuyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gelişmeler öyle gösteriyor ki, yeniden konumlanmak için kritik bir dönemde bulunmamıza rağmen, klasik reaktif politikaların ötesine geçmekte ve yapısal nitelikteki parametrelere odaklanmakta zorluk çekiyoruz. Geçen hafta açıklanan ISO'nun 500 büyük şirket raporu da şirketlerimizin doğal bir savunma refleksiyle kara daha fazla odaklanmaları dışında değişim dinamiklerine ilişkin bir ipucu sunmuyor. Daha önemlisi, küresel rekabetin zorunlu kıldığı ölçek büyüklüğü yönünden umut veren bir gelişmeye de rastlamıyoruz. Üstelik karın yarısına yakın bir bölümü faizdeki göreli düşüş ve ucuz döviz gibi üretim dışı faktörlerden kaynaklanmış durumda. Olan biten, sadece bir toparlanma yaşanması ve kriz öncesi duruma yaklaşılması. İstihdam ise bir önceki yıla göre yüzde 5 azalmış. Hal böyleyken kamuoyuna yansıyan tartışmalarda ihracatçıların döviz fiyatına ilişkin (eskiye oranla daha tereddütlü) itirazlarından ya da maliye politikalarında disiplinden vazgeçilmesi taleplerinden başka bir şey duyulmuyor.

Krizden çıkış yetmez

Ekonomide toparlanmanın ve dolayısıyla büyümenin bir süre daha devam edeceği açık. Sermaye ihracatçısı ülkelerde koşulların ve yatırım getirisinin kötüleşmesi, buna karşılık başta BRİC ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ülkelerde canlılığın devam etmesi, krizden etkilenen Türkiye gibi ülkelerde de hızlı toparlanma yaşaması ve tüketici güveninin hızla geri gelmesi, sürecin cari açığın büyümesi pahasına kısa vadede kesintiye uğramayacağını gösteriyor.

Ancak olumlu baz etkisi sona erdikten sonra büyümenin hız kaybedeceği de başka bir gerçek. Başta Avrupa olmak üzere ihraç pazarlarındaki güçlükler yönünden dış talep, kredi genişlemesindeki doğal sınırlar ve işsizlik nedeniyle iç talep ciddi kısıtlarla karşı karşıya. Kaldı ki ithalata ve dış ticaret açığına organik bağları bulunan mevcut yapının potansiyel kırılganlığında da bir değişiklik yok. Bütçe dengeleri de, enflasyonist karakter taşıyan dolaylı vergilere yaslanması ve kamu harcamalarında disiplinin seçim konjonktüründe sarsılma ihtimali nedeniyle hassas bir görünüm arzediyor. Vergi yönetimini güçlendirme yönündeki adımlar yavaş ve "mali kural"ın yasalaşmasının ertelenmesi de olumsuz bir gelişme sayılabilir. Krizden çıkış stratejisinin, iç dinamikleri ve rekabetçiliği güçlendiren bir yapısal reform süreciyle desteklenmedikçe, 2010 sonrasını güvence altına alamıyacağı anlaşılıyor.

Dış kaynak azalışı büyümeyi engeller  

Geçen hafta belli başlı bulgularına değindiğimiz ''Dünya Yatırım Raporu'' da, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli konumlanması açısından düşündürücü. Küresel dış yatırımlar içinde genel olarak gelişmekte olan ülkelerin payı ciddi bir artış gösterirken, daha birkaç yıl önce en çok yatırım çeken ülkeler sıralamasında genelde 15inciliğe, gelişmekte olan ülkeler arasında 5inciliğe yükselen Türkiye, önce 2008'de genel sıralamada 20nciliğe, gelişmekte olan ülkeler arasında 9unculuğa geriledi; şimdide 2009'da daha keskin bir düşüş ile genelde 32nci, gelişmekte olan ülkeler arasında 15inci.sırada yer alabildi. Sonuç olarak, uzun yıllardan sonra 2005 yılında ilk defa dünya doğrudan yatırım toplamının yüzde 1'ini çekmeyi başaran, 2006'da bunu yüzde 1.4'e çıkaran, reform temposundaki yavaşlamaya rağmen 2007 ve 2008'de payını yüzde 1'in üzerinde tutabilen Türkiye, 2009'da binde 7'ye düşen performansıyla bu alanda doğan fırsatı kullanamamış durumda. Başka bir yönüyle gelişmekte olan ülkelere akan yatırımlardan 2006'da yüzde 4'ün üzerinde pay almışken, 2009'da payımız yüzde 1.4'e gerilemiş. Yatırım cazibesindeki (daha doğrusu yatırımcı algısındaki) bu genel gerilemeye göre nispeten daha iyi bir sırada yer aldığımız sıfırdan (yeni) yatırımlar açısından da, 153 milyon dolarlık yatırım tutarıyla 25inci sırada bulunmamıza karşılık bu tür yatırımların genellikle gelişmekte olan ülkelere yöneldiği ve hem Asya hem de Doğu Avrupa ülkelerinin bizim üstümüzde yeni yatırım çektiği dikkate alınırsa, durum pek sevindirici değil.

Küresel doğrudan yatırım stoğu itibariyle de 78 milyar dolarlık rakam ile 39uncu sırada yer alıyoruz. Bu da 2005'te 28inci sırada olduğumuz düşünülürse ciddi bir gerileme. (Stok düzeyinin 16ıncı sırada olan Meksika'da 310, 19'uncu sıradaki Macaristan'da 249 milyar dolar olduğunu not edelim.) Gelişmekte olan ülkeler ortalaması ile stoğun milli gelire oranı yüzde 29 iken, 2007'de yaklaşık yüzde 24 ile zirveye ulaşan Türkiye 2009'da bu alanda da yüzde 12.6'ya gerilemiş durumda. Memleketi yabancılara kaptırmaktan korkanlar için ferahlatıcı, ama Türkiye'nin büyüme ve istihdam stratejisi açısından sıkıntı verici bir tablo.

Sorun değişim iradesinde

Oysa en büyük 500 şirket raporundaki az sayıda ilginç bulgudan biri, bunların arasındaki dış yatırımcı ortaklı olanların sayısının sürekli arttığı ve 2005'te 136 iken 2009'da 153'e ulaştığı. Bu kuruluşların verimlilik ve büyüme yönünden de daha başarılı oldukları, daha fazla ekonomik katma değer yarattıkları anlaşılıyor. Nitekim yine bir küresel sermaye iştiraki Türkiye şirketinin, sağladığı verimlilik artışı ve maliyet tasarrufu ile dünya çapında en parlak şirket seçildiğini de görüyoruz.

Demek ki Türkiye'nin potansiyelinde ve dinamizminde bir sorun yok. Sorun bu potansiyelin yönetilmesi ve değişim iradesinde.

Tüm yazılarını göster