Davul tozu, minare gölgesi

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Bilindiği gibi, temelde ABD finans sektöründen kaynaklanan küresel krizde en tartışmalı konulardan biri de bu ülkedeki banka yöneticilerinin aldığı yüksek montanlı ikramiye ve primler olmakta. 2000'li yılların başından son döneme kadar toplam şirket kârlarının %40'ı gibi gerçekten de inanılmaz bir kârlılık elde eden şişirilmiş bankacılık sektöründe yöneticilere verilen primler de inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. (Özünde bir aracılık işlevi olan bankacılığın böyle yüksek kârlar etmesi zaten bir şeylerin yolunda olmadığının da öncü bir göstergesiydi.) Son dönemlerde ise artık önceden yapılan ve "altın paraşüt" tabir edilen iş akitleriyle çoğu üst düzey yöneticinin işten çıkarılmaları durumunda bile son derece yüksek tazminatlar almaları sağlanarak, iş tam bir kepazeliğe dönüşmüştü. Bunun son ve en ekstrem örneklerinden biri de, geçen sene sonunda batarak devlet eliyle Bank of America'ya yamanan Merril Lynch bankasında normalde senelik Genel Kurul'da karara bağlanan prim ödemelerinin öne çekilerek bankanın devrinden önce yöneticilere ödenmesi rezaleti oldu.

Geçen sene Lehman Bros. bankasının batmasıyla birlikte ABD'de bankacılık "de facto" devlet himayesi altına girdi. IMF'nin son hesaplarına göre global bazda sektörün zararının 2.8 trilyon dolar olması bekleniyor. Bu zararın sadece ABD bankacılığına düşen miktarı ise 1.35 trilyon dolar. Bu rakamın büyüklüğünü göstermesi açısından henüz karşılıkların ayrılmaya başlanmadığı 2007 sonunda ABD bankacılığının toplam sermayesinin tamı tamına aynı miktar, yani 1.35 trilyon dolar olduğunu belirteyim. Diğer bir ifadeyle ABD bankacılığı bir anlamda sermayeyi sıfırlamış bulunuyor. Bu şartlar çerçevesinde, sadece son bir kaç yıl değil, son 10-15 yıllık bir perspektiften bakıldığında bile, ABD bankacılığının başarılı olduğunu söylemek pek mümkün gözükmüyor doğrusu.

Paul Krugman geçen günkü New York Times yazısında ABD bankalarının tamamen FED'in kendilerine verdiği çok düşük faizli kaynaklar sayesinde kağıt üzerinde de olsa kârlılık göstermeye başlamaları ile birlikte yönetici kesiminin gene bitinin kanlandığı ve yüksek transfer ücretleri ve maaşların tekrar konuşulur olmaya başladığını ifade ediyor. Krugman, eski Citigroup Yönetim Kurulu Başkanı Sanford Weill'ın kendisi de dahil olmak üzere finans sektörü yöneticilerinin topluma sağladıkları faydalar dolayısıyla elde ettikleri müthiş servetleri sonuna kadar hak ettikleri şeklindeki bir demecinden yola çıkarak, bu yöneticilerin finans sektörüne getirdiği yeniliklerin iddia ettikleri gibi toplum geneline bir fayda sağlayıp sağlamadığını sorguluyor. Peki, gerçekten de son dönemde popülerlik kazanan finansal enstrumanlar geçici kârlılıklar yaratarak bankacıların cebini doldurmak dışında bir fayda sağlıyor mu? Bir kaç enstrumanı mercek altına alalım:

Kredi temerrüt garantisi (credit default swap, CDS): Derecesi düşük bir menkul değer için derecesi yüksek bir kuruluş tarafından ihraç edilen garanti. Amaç söz konusu düşük dereceli menkul değer için yüksek karşılık ayırmamak. Son döneme kadar doğru dürüst kaydı bile olmayan bu enstrumanlara garanti değil de "swap" adı verilmesi bile sahtekarlıktan. ABD yasalarına göre "garanti" adı verilen enstrumanlar otomatik olarak denetime tabii oluyorlar. Ama gerçek swaplarla uzaktan yakından ilgisi olmasa bile, bir enstrumana "swap" adı vererek denetim dışına taşımak mümkün!

Eşik-altı konut kredisi (sub-prime mortgages): Normalde banka kredisi kullanamayacak kadar düşük geliri olan insanlara konut kredisi sağlamak için uydurulan bir enstruman. Sistem ilk yıllarda çok düşük bir faiz oranı işleterek ödeme taksitlerini yanıltıcı bir şekilde düşük gösterme prensibine dayanıyordu. Amaç, bu süre içerisinde bankaların bu kredileri paketleyip yatırım fonları vs.'ye satarak, onlardan kurtulmalarıydı. Ama olmadı, çoğu dolaylı veya doğrudan bankaların elinde patladı.

Konut kredilerine dayalı menkul değer (mortgage backed securities, MBS): Konut kredilerinin paketlenmiş hali. Bankalar bu paketleri satarak, yeni kaynak yaratma peşindeydi. Ancak temerrüt halinde, bu konut kredilerini kimin takip edeceği, iflas sürecinin nasıl işleyeceği tam bir belirsizlik yaratmakta. Finansçıların bulduğu en iyi çözüm bu enstrumanları devlete satmak oldu.

Neticede, son yıllarda yaratılan (daha doğrusu uydurulan diyelim) finansal enstrumanlar 2 amaca hizmet etmekteydi: 1- İleriki yıllarda kazanılacağı varsayılan kârları şimdiden kazanılmış gibi gösterek cari dönem kârlılığını şişirmek, 2- Varlıkları bilanço dışına taşıyor gibi göstererek daha çok kaldıraç sağlayarak, gene daha çok kâr elde etmek. Tabii, temelde "kârlılık şişirmesi" olarak adlandırılacak bu amaçların arkasındaki ana amaç ise yöneticilerin yüksek prim alarak ceplerini doldurmasıydı. Kısacası, son yıllarda pazarlanan çoğu enstrumanın (kulakları çınlasın, duayen bir bankacının bu enstrumanlarla ilgili her fırsatta kullandığı bir deyimi tekrarlayarak) "davul tozu"ndan başka bir şey olmadığı görülüyor. Bu şartlar altında bence yöneticiler de ücret olarak "minare gölgesi"nden başka bir şey hak etmiyorlar.

Tüm yazılarını göster