İnsanoğlu, şartlar ve durum ne olursa olsun yalnız yaşamaya çok uzun süre dayanamayacak kadar sosyal bir varlık. Bağ kurarak, paylaşarak ve kurduğumuz ilişkilerle hayata dair bir anlam yaratıp var olduğumuzda ancak kendimizi tamamlanmış hissedebiliyoruz. Pandemi dönemi, bazen unuttuğumuz bu gerçeği bize çok zor yoldan hatırlattı. “İnsan insana muhtaç” ne demek yaşayarak deneyimledik. Ancak dünyada bazı ülkeler ve bazı kültürler var ki onların “izolasyon ve yalnızlığı” pandemi ile sınırlı değil. Hatta yalnızlıkları yıllar içinde öyle bir boyuta geldi ki 1990’larda küçük bir sektör olarak başlayan “insan kiralama” hizmetleri koca bir endüstriye dönüştü.
Kolektivizm üzerine inşa edilmiş ve dünyanın en kalabalık kentsel alanlarından bazılarının etrafında yapılanmış bir ulus olan Japonya'nın, dünyanın en yalnız ülkelerinden biri olması oldukça ilginç bir çelişki. İş-hayat dengesizlikleri ve “hikikomori” olarak ifade edilen ve izolasyon halinde yaşayanların sayısının giderek artması, bu yalnızlık sorunsalını sürekli körüklüyor. Ve sadece belirli bir kesimde değil tüm demografik özelliklerdeki nüfusun önemli bir bölümü yalnızlık ile mücadele ediyor. İş, öyle bir noktaya geldi ki “yalnızlık intiharlarının” sayıları sürekli artıyor.
Dünya genelinde sosyal ve ekonomik refahı kapsamlı bir şekilde değerlendiren Legatum Refah Endeksi, Japonya'yı dünya çapında en zengin 20 ülke arasına sokuyor . Ancak "kişisel ilişkilerin gücünü ölçen" sosyal sermaye derecelendirmesi, onu listenin en gerilerine atıyor.
Japon yalnızlığının yükselmesi çok yeni değil aslında ve bu soruna bir nevi çözüm bulmaya yönelik “kiralık aile ve arkadaş” sunan iş sistemleri, 1990’lı yılların başında kurulmaya başladı. Evinde her gün yalnız oturan, çok az sosyal etkileşimle veya hiç sosyal etkileşim olmadan işe gitme ve eve dönme şeklindeki yalnız rutinine dayanamayan insanlar için aktör gibi anne, baba, kardeş, çocuk rolünü oynayacak insanların kiralanması ve bir “mış” gibi yaşama sanrısı içine hapsolmak ne kadar acı bir düşünsenize!
Önemli bir sosyal etkinlikte itibarınızı kurtarmak için “sevgiliniz” rolünü üstlenecek bir aktör bulmak, babası olmadan çocuk büyütmek yerine bir “baba” kiralamak, insanlarla ve bağlarla çevirili olduğunu hissetmek için kuzen, teyze, amca, ebeveyn rolünü üstlenecek insanlar bulmanıza yönelik kurulmuş şirketlere başvurmak; katalogdan ürün seçer gibi insan seçmek…
Ben bunları yazarken bile kötü hissediyorum ama bu “kiralama” sektörü Japonya’da giderek büyük endüstri haline geliyor, hizmet veren işletme sayısı da hizmetlerden yararlanan insan sayısı da artıyor. Hatta geçtiğimiz süreçte New Start isimli kendini hikikomori'ye veya aşırı sosyal geri çekilmeden muzdarip insanlara destek sağlamaya adamış kâr amacı gütmeyen bir kardeş kiralama kuruluşu bile oluşturuldu.
Japonya'nın teknoloji sevgisi, bazıları tarafından bu rahatsızlığa karşı potansiyel bir panzehir olarak görülüyor. Robotlar hâlihazırda bakım evlerinde sözde duygusal destek sağlamak için kullanılıyor. Tokyo Üniversitesi, yaşlılara bir kaçış aracı olarak VR teknolojisinin erdemlerini övüyor. Lovots , PAROs, gibi bağ kurduğunu hissedeceğiniz teknolojik robotlar yüksek meblağlara satılıyor.
Buradaki tehlike ve bir bakıma tüm tartışmanın can alıcı noktası, bizlerin doğası gereği hemcinslerimizle somut bağların özlemini çeken sosyal yaratıklar olmamızdır. Teknoloji bazı kısa vadeli faydalar sağlasa da yalnızlık, yapay zekâ halısının altına süpürülmemesi gereken bir insani sorun olmaya devam ediyor.
Payımıza düşen ders
Bizim kültürümüz, aile bağlarını, arkadaşlıkları, birbirinin iyi ve kötü gününde yanında olmayı ve bağ kurmayı içeren tarihsel köklere sahip. İş hayatı, şehir hayatı, teknoloji bağımlılığı derken bu bağlarımızı kaybetmek başımıza gelecek en kötü şeylerden biri olur. O yüzden şu an ne yapıyorsanız bırakın iletişim ve bağ kurun.