Çin ihracat bağımlılığını yenebilecek mi?

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Pittsburgh Zirvesi sonunda yayınlanan bildirge üye ülkeler arasında daha önceden kararlaştırılmış olan bazı konuların ana hatlarıyla vurgulanması şeklindeydi. Bu konulardan biri de global makroekonomik dengesizliklerin çözümüne ilişkin. Bildirgenin sonunda "Güçlü, Sürdürülebilir ve Dengeli Büyüme için G20 Çatısı" başlığı altında şu görüşlere yer verilmiş:

"Yüksek oranlı ve kalıcı cari açığı olan G20 ülkeleri serbest bir dış ticaret politikasından ödün vermeden ve ihracatçı sektörleri güçlendirmeye özen göstererek, özel sektör tasarruflarını artıran ve maliye politikasını sıkılaştıran tedbirler almayı taahhüt etmektedirler."

"Yüksek oranlı ve kalıcı cari fazlası olan G20 ülkeleri ise yerel büyüme kaynaklarını güçlendirmeyi taahhüt etmektedirler. Ulusal koşullara göre, bu güçlendirme yatırımları artırmak, finansal piyasalardaki çarpıklıkların giderilmesi, hizmet sektöründe verimliliğin artırılması, sosyal güvenlik ağının iyileştirilmesi ve iç talep artışındaki kısıtlamaların kaldırılması şeklinde olabilir."

Yukarıdaki 1. paragrafın ağırlıklı olarak ABD ile ilgili olduğuna şüphe yok. 2. paragraf ise büyük ölçüde Çin, ve bir ölçüde de Japonya ve diğer bazı Uzak-Doğu ülkeleri ile Almanya'yı ilgilendirmekte. Peki, Çin global dengesizliklerin bir daha tezahür etmemesi için yapması gereken reformları gerçekleştirmeye kararlı mı?

Son veriler Çin ekonomisinin küresel krizden en çabuk sıyrılan ekonomi olduğunu teyit etmekte. Böyle bir kriz senesinde bile Çin'in büyüme oranının %8.3 olması bekleniyor. İç talebin %11.5 oranında, hanehalkı tüketiminin ise %9.3 oranında büyümesi de olumlu gelişmeler. Ancak, asıl ivme bu sene %14.8 gibi oldukça yüksek bir oranda artması beklenmekte olan sabit sermaye yatırımlarından gelmekte. İç talep koşullarındaki iyileşmeye rağmen, Çin'in büyümesinin ana lokomotifi, son 10 senede olduğu gibi, önümüzdeki dönemlerde de sabit sermaye yatırımları olacak gibi gözüküyor. (Bir perspektif vermesi açısından Çin'in sermaye yatırımlarının milli hasılaya oranı %40'ların üzerinde iken, Türkiye'de bu oranın %20'nin altında olduğunu belirtelim. Hanehalkı tüketim oranı ise Çin'de %35, Türkiye'de %74!)  Ancak, devamlı artış eğiliminde olan sermaye yatırımları esasen Çin ekonomisinin gücünden çok zayıflığını göstermekte. Devamlı artan yatırımlar sermaye getirilerinin zaman içinde düşeceğinin ve küresel talepte yeni bir durgunluk sürecine girilmesi durumunda Çin'de müthiş bir atıl kapasite ortaya çıkacağının da bir göstergesi.

Çin'in dış ticaret fazlası son bir senede belirgin bir azalma gösterse de, hâlâ çok yüksek boyutlarda. (2009'da milli hasılasının %6'sı kadar fazla beklenmekte.) Tabii, bu da Çin'in Haziran'da 2.1 trilyon dolara ulaşan döviz rezervlerinin daha da artması anlamına geliyor. Ağırlıklı olarak ABD Hazine bonolarında tutulan bu rezervler aslında 100 milyonlarca fakir insanı olan bir ülkenin ülke varlıklarını düşük getiri sağlayan varlıklarda değerlendirmesi anlamına geliyor. Ancak, bugünkü şartlar altında, Çin'in rezerv para olarak dolardan vazgeçmesi söz konusu bile olamaz. Yapması gereken, faizleri düşük tutarak yurtdışı kaynak girişini azaltmaya çalışmak yerine renminbi'yi serbest bırakmak olmalı. Düşük faizler hem ekonomisinde yeni balonlar oluşma riskini artırmakta, hem de hanehalklarından şirketlere müthiş bir servet aktarımına sebep olmakta. Öte yandan, serbest bırakıldığı takdirde renminbi'nin oldukça değerleneceğini bilen Çin yetkililerinin ister istemez Çin'in ihracattaki rekabetçi konumunu zayıflatacak böyle bir tedbiri göze alıp almayacakları büyük bir soru işareti. (IMF hesaplamalarına göre Çin'in büyümesinin %30'u ihracatından kaynaklanmakta.) Maalesef, zirvenin sonuç bildirgesinde serbest kur rejimine doğrudan bir atıf yapılmamış olması, Çin'in bu konuda yeteri kadar istekli olmadığının da bir göstergesi olarak alınabilir.

Neticede, Çin'in bu sene faizleri düşürerek ve yatırım harcamalarını artırarak sağladığı geçici büyümeyi mutlaka yurtiçi tüketim harcamalarını artırarak devam ettirmesi gerekiyor. Bu hem kendi iç ekonomik dengesinin, hem de global ekonomik dengelerin tesisi açısından gerekli. Ancak, henüz bu konuda Çin tarafında somut işaretler belirmiş değil.

Tüm yazılarını göster