Çıkış yatırım, teknoloji ve eğitimde

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com



Okuyanlar bilir, bu köşede genellikle, asla kötümserlik tuzağına düşmeden, başarılarımızı abartmamaya ve ağırlığı yapmanız gerekenlere vermeye dikkat ederiz. Bunun başlıca nedeni küresel ortamda çok da sık ortaya çıkmayan ve geçmiş onyıllarda pek değerlendiremediğimiz fırsat dönemlerinden belki de en uzununda bir kez daha önceliklerimizi yanlış belirleyerek treni kaçırmamız ihtimalidir. Üstelik bu kez beş altı yıl boyunca kararlı bir biçimde doğru politikalar uygulanmış, büyük krizi bile kısa sürede atlatacak bir yapısal esnekliğe kavuşmuş iken!.. Batılı gibi tüketip az gelişmiş ülkeler gibi üreterek sürdürülebilir bir büyüme rotası yakalanmayacağını, doğal kaynak zengini ülkelerin bile bunda zorlandığını hepimiz öğrendik oysa.

Yatırım cazibesi önkoşul

Artık iyice belli ki Türkiye'de ekonomik gelişmenin geleceği, sanayi ve büyüme stratejisinde şimdiye kadar olduğundan farklı bir yol çizilebilmesine bağlı. Yoksa dış konjonktüre ve kısa vadeli dış kaynaklara aşırı bağımlılık, bizi kontrol edemeyeceğimiz gelgitlere mahkum kılacak.
Bu bağlamda enerji ve üretim maliyetleri yönünden kısıtları olan ülkede uzun vadede geliştirilmesi gereken temel faktörler teknoloji düzeyi ve eğitim kalitesi olarak ortaya çıkıyor. Çünkü ancak bu taktirde Türkiye, insan kaynağı avantajına dayanarak, rekabet gücüne sahip bağımsız bir güç haline gelebilir. Ne var ki bu temel odaklanmanın mümkün olabilmesi, kısa ve orta vadede üretim kapasitesinin ve bilgi altyapısının güçlendirilmesine, ayrıca politik istikrarın korunmasına bağlı. Bunun için ise ülkenin yatırım cazibesinin tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde arttırılması şart.

Parisli göçmenler ve politik istikrar

Politik istikrarın önemini hatırlatmamızın nedeni, son zamanlarda Avrupa Birliği'nde olup bitenler. Ekonomik gerekçeleri ne kadar doğru olursa olsun, Almanya'nın başını çektiği istikrar politikası paketleri üye ülkelerde ciddi direnç ile karşılaşıyor. Önce Yunanistan, şimdi de Fransa'daki seçim sonuçları, radikal ekonomik programlarının fizibilitesinde büyük güçlükler bulunduğunu gösteriyor. İspanya'nın da yeni hükümetiyle bir süre demagoji yaptıktan sonra gerekli adımları mecbur kalınca ve en yüksek maliyete katlanarak atabilmesi, gerçekçi politika uygulamalarının halkın katılımıyla ve geç olmadan hayata geçirilmesinin önemine işaret ediyor.

Türkiye, bu açıdan hem içeride hem de bölgesinde taraf olduğu sorunların çözüm perspektiflerini içerecek cesur ve gerçekçi politika tasarımlarını da ihmal etmemek durumunda. Geçen hafta Paris'te karşılaştığım Tunus ve Cezayir asıllı göçmenlerin şaşırtıcı bir derinlikle yorumladığı gibi, islam ve laik demokrasiyi bağdaştırmayı beceren güçlü bir devlet olarak fanatik ve şiddet yanlısı dincilere karşı geniş bir ılımlı ittifakın öncüsü olma şansına sahip; bunun önkoşulu da kendi demokratik sorunlarını çözmesi ve ekonomik dinamiklerini sağlamlaştırması.

Bu yönden bakıldığında yeni teşvik sisteminde 6ncı bölgeye, olağan kriterlerin dışında politik bir kriter (terör) gözetilerek, ayrıcalık tanınmış olması son derece doğru bir tercih. Üstelik, istihdam ve rekabet gücü bakımından ekonomik mantığı da var.

Avrupa hedefi ve yatırımcı bakışı

Şimdilerde Avrupa'yı küçümsemek moda ama sadece bizi kaliteli üretime özendiren birincil ihraç pazarımız olması açısından değil, temsil ettiği gelişmişlik düzeyi, standartları ve kurumsal istikrar açısından da ölçü ve hedef alabileceğimiz en önemli örnek olduğunu unutmamalıyız. Nitekim gerek ihracat gerek yatırım sermayesi kaynağı olarak yoğunlaştığımız Rusya, Japonya ve Körfez ülkeleri gibi yeni hedeflerimiz de Türkiye'yi ancak Avrupa standartlarına yaklaştığı ölçüde cazip buluyorlar. Rus Sberbank'ın başkanının Denizbank'ı almalarında önemli etkenlerden birinin bilgi işlem teknolojisi olduğunu söylemesi boşuna değil. Ortadoğulu ve Japon yatırımcıların da Türkiye'de hukuk güvencesi, kurumsal etkinlik ve nitelikli işgücü konusunda şüpheler taşıdığını ben kişisel temaslarımdan biliyorum.

Zaten bir türlü anlam veremediğimiz düşük derecelendirme notlarında da hem AB sürecindeki ağır aksak temponun, hem de hukuk güvencesi ve kurumsal istikrar yönünden zayıf bulunmamızın etkisi var. Aksi taktirde Polonya ve Macaristan'ın altında, Mısır ile aynı kategoride sayılmazdık. Kendimizi başarılı bulduğumuz maliye ve para politikası da yeterince öngörülebilir bulunmuyor.

Gereksiz ve yararsız küskünlüklere kapılmayıp, kararlılıkla ülkeyi yatırım merkezi yapmak, bunun sağlayacağı ivmeyle üretimdeki teknolojik düzeyimizi ve eğitim kalitemizi arttırmak, aslında hiç de karmaşık, Türkiye potansiyelindeki bir ülke için hiç de imkansız değil. Öncelikleri doğru koymak, programları gecikmeden uygulamak yeterli.
 

Tüm yazılarını göster