Çeyrek yüzyıldır aynı değerlendirmeyi yapıyorsak…

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Yaşadığımız çağı anlamaya çalışan insanların söylediklerini dinliyor; yazdıklarını okuyor; tartıştıklarına kulak kabartıyorsak; üç aşağı-beş yukarı, gündemin çerçevesini  belirleyen "varsayımın" şöyle  formüle edildiğini fark etmişizdir:  "Her şeyin çok dinamik bir değişme gösterdiği çağımızda, gelişmeleri doğru okumalıyız ki, fırsatları gerektiği gibi değerlendirebilelim."

 Değişmelerin yarattığı eğilimlerin bize dayattıklarını doğru okumamız için aşağıda başlıklar halinde belirtilen  süreçlerin doğruluğu konusunda bir "ortak irade" yaratılmış  olması gerek:

1.Yaşadığımız çağda "koordinatlar sistemi" yer değiştiriyor;ölçüleri tanımlamak gerekiyor.

2.Mal ve hizmet alışverişinde  "yeni akışlar sistemi" oluşuyor.

3.Yeni akışlar "yeni güçleri" ortaya çıkarıyor; güçler arasında "karşılıklı-bağımlılık ilişkileri" yeniden  düzenleniyor.

4.İş çevresinde "gerek ve yeter şart"  yeniden tanımlanıyor.

5."Düzen ve kural  sistemleri"  sürekli değişiyor.

Çeyrek yüzyıl  sonra aynı değerlendirme

Beş temel  "değişme alanı" üzerinde bir ortak görüş oluşturmuşsak, gelişmeleri "okuma düzeyi" de  değişir. Şimdi  gelişmeleri  okuma düzeyimizin göstergesi olabilecek iki değişik değerlendirmeyi  sizlerle paylaşmak istiyorum.

Çeyrek yüzyıldan önceydi, ülkemizde "dışa dönük ekonomi politikaları" yürürlüğe konmuştu; piyasa sisteminin erdemlerine ilişkin söylemin alabildiğine yoğunlaştığı günlerdi. İngiltere'de   Teacher'ın, ABD'de Regan'ın  kapitalist sistemin zaferi üstüne estirdikleri söylemin rüzgârları önünde durmak çok güçtü.Ülkemizde de siyasetçilerin bütün güçleriyle o söylemlere katıldıkları o günlerde  Mübeccel Kıray'ın sesi yükselmişti: "…kâra dönük bir pazar ekonomisi olarak Türkiye ekonomisi hâlâ çok zayif ve dışa bağımlı. Dışa bağımlı olduğu için de gelişme aşamalarında mütemadiyen tökezlemeler oluyor. O zaman da tek kişinin kararlarındansa, daha çok kişinin kararları olan devlet kararları  çok önemli şeyler oluyor. Ve dolayısıyla  devlet müdahale etmeden ekonomiyi yürütmek pek mümkün olmuyor. İsterseniz bunu devletin para politikası olarak ele alın, isterseniz genel planlama politikası olarak alın, ne kadar karışmasın denirse densin, çok küçük zaman fasılaları sonunda karışmayın diyenlerin, aman gelin, mutlaka karışın, yani hep beraber oturun siz de hakem olun, birlikte çözüm bulalım diyeceği muhakkak", diyordu. Bu çıkışı, ünlü sosyologumuz İktisat Dergisi'nin Haziran-Temmuz 1983 tarihindeki nüshasındaki söyleşisinde yapıyordu.

Kıray'ın saptamasını geride bırakılın çeyrek yüzyılda onlarca olguyla test ettik. Zaman akıp gitti, köprülerin altından çok sular aktı. Kuşkusuz, bizim ülkemizdeki işyerleri yerinde saymadı; dışa açık gelişmeler hızlandı, dünya açık algılamaların ölçeği genişledi ;ama bir eksiğimiz olmalı ki,  MÜSİAD Başkanı  Ömer Cihad Vardan medya mensuplarına verdiği yemekte yaptığı değerlendirmede, ekonomide yaşanan birçok çarpıklığın temelinde özel kesimin yetersizliğinin olduğunu belirtiyor ve diyor ki: "…bu bağlamda Türk özel sektörünün de enflasyondan, devalüasyondan, sübvansiyondan, lobicilikten, emek sömürüsünden medet ummayı bırakıp, iyi yönetişim modellerine, risk yönetimine, verimlilik ve yenilikçilik ekonomisine yönelmesi gerekiyor." 

Çeyrek yüzyıl içinde yapılmış ve birbirini bütünleyen iki değerlendirmenin bizde yaptığı çağrışım şöyle oldu: Yaşadığımız çağın  koordinat sistemindeki yer değişmesini gerektiği gibi gözlemleyememişiz. Mal ve hizmet  alışverişinde yeni akışlar sistemini kavrayamamışız. Yeni akışların yarattığı "yeni güçler"  arasındaki "karşılıklı-bağımlılık" ilişkilerini gerektiği gibi kavramada sorunlarımız olmuş. İş çevresinin "gerek ve yeter şartını" gerektiği gibi kavrayarak, bizi sonuca taşıyan öngörülerde bulunamamış; etkin önlemler alamamışız. "Düzen ve kural sisteminde" sürekli değişmeyi öngörerek; gerekli yapısal dönüşümleri sağlayarak gerekli uyum gösterilmemiş ki, bugün de benzeri sorunların altı çiziliyor.

Steinmeier'ın çağrısı

Ne yapmamız gerektiğini saptamak için çok büyük maharete de gereksinim yok. Çevremize kulak versek yeter. Örneğin, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in  Deutschland Dergisi'ndeki şu çağrısı gibi: "…gözlerimizin önünde dramatik biçimde değişim geçiren bir dünyada yaşıyoruz. Kendi tasavvurlarını ve değerlerini anlatan, benimsenmesi için çalışan güçler, yeni aktörler devreye giriyor. Bunun anlamı: On yıllar boyunca her şeyin ölçüsü olarak gördüğümüz  kendi değerlerimizi , tasavvurlarımızı artık her yere tartışılmaz biçimde taşıyamayacağımızı görmeliyiz. Tam tersi  geçerli:Bizim de bunları benimsemek için tanıtımı ciddiye almamız, kendimizi anlatmamız gerek. Tersinden bakınca da, birçok süreci ve gelişmeyi anlayabilmemiz için  olayların ceryan ettiği kültürel arka planı dikkate almalıyız. Bu nedenle diyorum ki: Büyük bir ağ haline gelmiş bugünkü dünyada  ihtiyacımız olan karşılıklı anlayışı, hoşgörüyü geliştirecek fırsatlar yaratmalıyız."

Anlayışı önce kendi sorunlarımıza karşı göstermeliyiz.Biz hep aynı sorunlarla boğuşma zorunda mıyız? Bu kısır döngüyü niçin kıramıyoruz ? Sorunları ele alışımızda bir eksik mi var? Enerjimizin çoğunu yüzeydeki sorunlara mı harcıyoruz? Ayrıntıdaki temel dinamikleri  yaygın  biçimde tartışabilmeyi becerebiliyor muyuz? Bir eksiğimiz olmalı ki, böylesine hızlı değişen bir çağda, biz çeyrek yüzyıl sonra  aynı değerlendirmeleri yapma zorunda kalıyoruz…

Tüm yazılarını göster