Cari açık

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Merkez Bankası'nın dün açıkladığı verilere göre kasım ayında cari işlemler dengesinde 1.6 milyar dolar açık verdik, ilk on bir aydaki açık da böylece 9.9 milyar dolar oldu. Bu rakamlarda şaşılacak bir yan yok. Zaten yılın tümündeki cari açığın 11 milyar dolarda kalması öngörülüyor. Öyle görünüyor ki bu rakam, bir miktar aşılacak, cari açık belki 12 milyar ya da biraz daha yukarıda oluşacak. Türkiye gibi hedefleri tutturmada geçmişte müthiş falsolar vermiş bir ülke için revize öngörü olan 11 milyar dolar civarında kalınmış olması, yani bu hedefin tutturulması önemli. Ancak şunu da kabul etmeli, 2009 için başlangıçta öngörülen cari açığa göre çok büyük bir sapma var. 2008 sonbaharında 2009 programını oluştururken, cari açığın 50 milyar doları aşacağını öngörmüştük. Tamam, o zaman küresel kriz henüz böylesine yoğun olarak kendini göstermemişti, ama işi "program yapmak" olanların biraz daha öngörü sahibi olması gerekmez miydi? Neyse ki, başlangıç hedefinin çok çok gerisinde kalınsa da, revize hedef yakalanacak gibi görünüyor.

Ama geçmişten ders çıkarmama huyumuz devam ediyor gibi. 2010 yılı için cari açık hedefi 18 milyar dolar. Geçenlerde de yazdık, bu kriz ortamında bile aylık ithalat 12-13 milyar dolara oturdu, ekonominin biraz canlanması halinde rakam yukarı gidecek, aylık ortalama bir-iki milyar daha artacak. Oysa ihracatın ithalata artışına ayak uyduramama sorunu yaşanabilir. Böyle bir durumda dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari açık daha da artacak demektir.

Bu görünür eğilimi daha da körükleyecek başka gelişmeler de var kuşkusuz. Bunların başında Merkez Bankası'nın zaman zaman dikkat çektiği sermaye akımlarındaki hızlanma geliyor. Türkiye'ye dönük sermaye akışının hızlanması Türk Lirası'nın değerlenmesine yol açabilir. Merkez Bankası, bu durumun önüne, faizleri daha da indirerek set çekme niyetinde. Ancak Türkiye'ye giren para devlet iç borçlanma senetlerine değil de fiyatların daha da yükseleceği umularak hisse senedi piyasasına yöneltilirse yapılabilecek pek bir şey yok. Bollaşacak dövizle TL daha da değerlenecek ve cari açıktaki büyümenin yolu açılacak.

Risk bu kadarla da sınırlı değil. Büyüme eğilimi gösteren dış ticaret açığı ve bundan kaynaklanacak cari açık daha fazla dış kaynağa ihtiyaç duyulması sonucunu doğuracak. Türkiye bu yüzden, IMF'ye 2009'dan çok daha fazla ihtiyaç duyabilecek. Aslında hep söyledik, geçen yıl dış kaynağa öyle çok fazla ihtiyaç duyulmadı, dolayısıyla IMF'ye olan ihtiyaç da sınırlı kaldı. Ama bu yıl farklı. Yüzde 6.5 dolayında küçülen bir ekonomiden, yüzde 3.5 dolayında büyüyen bir ekonomiye geçiyoruz. Üstelik seçim de artık çok yaklaşmış durumda. Daha çok dış kaynak gerekecek ve belki de bu yüzden IMF ile anlaşma yapılacak. IMF ile varılacak anlaşmanın ilk etkisini kestirmek herhalde hiç zor olmasa gerek. Türk parası hızla değer kazanma sürecine girecek.

Ne tuhaf bir kısır döngü yaşıyoruz değil mi…

Döviz açığımız artabilir diye, kolay dış kaynak bulalım diye IMF ile anlaşacağız…

IMF ile anlaştık diye Türkiye'ye düşük maliyetli kredi vermek isteyenler çoğalacak, devlet iç borçlanma senetleri ve hisse senetleri için daha çok döviz gelecek.

Bu süreç, Türk parasının değer kazanmasını hızlandıracak, TL değer kazandıkça biz daha çok dış açık vermeye başlayacağız.

Daha çok dış açık, yeni IMF anlaşmalarını zorunlu hale getirecek.

Kendi ayaklarımız üstünde duramadığımız sürece, kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi dönüp duracağız.    

Tüm yazılarını göster