Canlanma sağlamak için yapılabilecekler sınırlı

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Bu sene büyümenin %3’ün altına gerileme ihtimali 2. çeyrek büyüme rakamlarının açıklanmasıyla iyice belirginlik kazanmış oldu. % 2.9 gelen büyüme oranı aynı zamanda son 11 çeyreğin de en düşük oranı. Detaylarda ise fazla bir sürpriz yok. Sanayi üretimi %3.4 artarken, ticaret sadece %1.2 büyümüş. İnşaat
sektörü ise %0.4 büyüme ile durma noktasında. Harcamalar tarafında ise hanehalklarının tüketimi %0.5 daralırken, durumu biraz toparlayan kamunun %4.4 artan tüketimi olmuş. Bu dönem hem özel sektör (%-7.9), hem de kamu sektörünün (%-4.0) yatırım harcamalarında daralma söz konusu.

Büyüme konusuna girmişken stok değişimleri ve ihracat-ithalat ile ilgili yapılan bazı yanlış yorumlara değinmek istiyorum. Stok değişimi aslında “istatistiki hata” rakamını da içermektedir. (2007 öncesi milli gelir hesaplamalarında istatistiki hata ayrı bir kalem olarak gösteriliyordu.) Faaliyet kollarına göre hesaplanan milli gelir ile harcamalara göre hesaplanan milli gelir arasındaki fark bu hesap ile giderilir. (Örne≠ğin, ihracat içinde gösterilen altın ödemeleri ülke içinde üretilmemiş bir malı üretilmiş gibi göstererek “Harcamalar” yöntemine göre milli geliri durduk yerde artırır.

Bu yanlışlığı düzelt≠mek için aynı miktar stok değişimi adı altında milli gelir hesaplarından çıkarılır.) Bu nedenle, stok değişimlerine bakarak herhangi bir yargıya varmak çok doğru değildir. Benzer şekilde, “bu dönem net ihracat büyümeye şu kadar katkıda bulundu” gibi bir iddiada bulunmak da yanlıştır.

İthal ürünler yurtiçinde tüketildiği (harcandığı) için tamamı aslında “Harcamalar yöntemiyle GSYİH” rakamlarının içinde bulunur. Bu rakamlardan toplam ithalat miktarının çıkarılmasıyla yurtdışında üretilen ürünlerin yurt-içi milli hasıla hesabına girmesi engellenmiş olur. Bu nedenle ithalat ister 100 milyar dolar, ister 1 trilyon dolar olsun, nette GSYİH rakamını artırmaz veya azaltmaz. Milli geliri artıracak olan ise tek başına ihracat rakamıdır ki, bu dönem %19.8 artışla milli gelire önemli bir katkı yapmış gözüküyor. (Tabii, altın ihracatı nedeniyle stoklarda yapılan düzeltmeyi de dikkate almak gerekiyor.) Ancak, son gelen veriler 3. çeyrekte ihracatın durma noktasına geldiğini göstermekte. Şimdiden, senenin geri kalanında ihracatın büyümeye katkısının oldukça azalacağı söylenebilir.

%3’ün altına düşen bir büyüme oranının Türkiye ekonomisi genelinde ve istihdam özelinde yeterli ve sağlıklı bir oran olmadığı kesin. Bu şartlar altında “para ve maliye politikaları vasıtasıyla ekonomiye ne ölçüde bir destek sağlanabilir?” sorusu önem kazanmakta. Önce maliye politikasını irdelersek bu soruya “çok az, hatta hiç” şeklinde bir cevap verebiliriz. Her ne kadar, henüz Temmuz-Ağustos aylarına ilişkin Bütçe gerçekleşmeleri açıklanmadıysa da, Hazine’nin Nakit Dengesi rakamlarına bakarak Bütçe performansının son derece zayıflamış olduğu söylenebilir. Yaptığım kaba hesaplamalara göre, eğer yakın zamanda akaryakıt, doğalgaz, elektrik, tütün ve alkollü içecekler fiyat ve/veya vergilerinde bir artış söz konusu olmaz ise (ki, bu tip ayarlamaların enflasyon ve iç tüketim üzerinde olumsuz etkileri olduğunu da not etmemiz gerekiyor), bu sene hedefe göre Bütçe’nin gelirleri 12 milyar TL daha az, giderleri ise 7 milyar TL daha fazla gerçekleşecek. Böylece 21 milyar TL olarak hedeflenen tüm sene Bütçe açığı da 40 milyar TL’yi aşmış olacak. Kısacası yılın 2. yarısında Maliye politikasından ekonomiye pozitif bir katkı beklemek imkansız.

Para politikasına gelirsek, tüketici ve reel kesim endekslerinin zayıf seyrettiği ve hanehalkı ve özel sektör borçluluğunun mutlak olarak değilse de bugünkü konjonktüre göre yüksek sayılabilecek düzeylerde olduğu bir ortamda, faizlerin düşürülmesinin ekonomik aktiviteye ne kadar canlılık verebildiği ciddi bir soru işareti.

Nitekim, MB’nın son dönemde ortalama fonlama maliyetini %6.2’ye kadar düşürmüş olmasına ve gelen talebi karşılama oranını ciddi şekilde yükseltmiş olmasına karşın, kredilerde henüz bir canlanma görülmüyor. Öte yandan, Avrupa’daki nisbi olumlu yöndeki gelişmeler ve daralmaya devam eden cari açık nedeniyle sermaye girişlerinde bir problem yaşama olasılığının son derece azalmış olmasına karşın, enflasyon seviyesi dikkate alındığında MB’nın fonlama faizini düşürmede sınırlara dayanmakta olduğu da söylenebilir. Gene de, Merkez’in önümüzdeki hafta faiz koridorunu üstten en az 100 baz puan düşürürken, borç alma faizini de 25-50 baz puan kadar düşürmesi beklenmeli

Sonuçta, zayıf büyüme ortamına karşın, para politikasında, ve özellikle de maliye politikasında yapılabileceklerin çok sınırlı olduğu görülmekte.

Tüm yazılarını göster