Çağlayan'ın uyarısı

Gültekin KARA OTOSTOP gultekin.kara@dunya.com
 
Geçtiğimiz hafta içinde Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Cenevre Otomobil Fuarı'ndaydı. Yeni teşvik yasasını, firmalara anlattı ve onlardan Türkiye'ye yatırım yapmalarını istedi. Fuardaki temaslarının ardından da Cenevre'de otomobil fuarını izleyen medya mensupları ile bir araya geldi. Öncelikle, her şekilde yeni yatırım çekmek için yapılan çalışmaları takdir etmemek elde değil. Fakat, üstadın deyimiyle yöntem biraz, "Türk'ün Türk'e propagandası" şeklinde olunca çok yarar sağlamıyor. Sayın Bakan'ın "Adı söylendiğinde, Türkiye hatırlansın" hedefine ulaşmanın yolu daha önce bunları yapanları Ti'ye almaktan ziyade, onlardan feyz almaktan geçiyor. Bugün, bir bakanın "balıkçı" yakıştırması yaptığı ve Sayın Çağlayan'ın bize bunu keyifle aktardığı Sarkozy dönemine bir dönelim. 
Renault yeni Clio yatırımını Türkiye'ye resmen "Balıkçı Sarkozy"ye rağmen verdi. Nitekim, bu Türk otomotiv tarihinde bir devrimdi bana göre. Zira, ilk kez bir Avrupalı üretici ana modellerinden bir tanesini, kenarda köşede kalmış 50-60 binlik kapasiteye ihtiyaç duyan, Doğu Avrupa tüketicilerine göre dizayn edilmiş türev modeller yerine, satışlarının amiral gemisini Türkiye'ye göndermişti. Bu durum her politikacı gibi Sarkozy'yi de rahatsız etmişti. Ama Renault, kararın ekonomik olduğunu söylemiş ve Cumhurbaşkanı'na rağmen geri adım atmamıştı. 
Şimdi soruyorum, bizde sermaye gerçekçi anlamda Ankara'ya rağmen bir adım atabilir mi? Bıraktım Başbakan, Cumhurbaşkanı seviyesini, herhangi bir bakanın açık açık karşı çıktığı bir yatırım kararı, o vetoya rağmen alınabilir mi? O yatırımcı, aldığı kararı, "Bu tamamen ekonomik bir karardır. Politikacılara rağmen alınması gerekiyorsa alınır" şeklinde bir çıkış yapabilir mi? Çözmemiz gereken, öncelikle bu sorunun yanıtının getirdiği sıkıntılardır. Eğer hakikaten liberal bir ekonomiden bahsediyorsak doğru olan devletin zorlayıcı mesajlar vermekten ziyade, sistemi doğru kurması ve işletmesidir. 
Sayın Çağlayan hatırlattığı, Alman Başbakanı Angela Merkel'in, "Türkiye'ye örnek alıyoruz" sözleri şık ve havalı duruyor. Ama Alman üretim, mühendislik, süreç yönetimi ve hepsinden önemlisi sermaye gücüne sahip olamadığınız zaman, Merkel'in sözleri hakikaten "havada" kalıyor. 
Ben isterdim ki Cenevre Fuarı'nda Sayın Zafer Çağlayan, Alman meslektaşlarımızın karşısına çıksın ve onlara Angela Merkel yönetimindeki Almanya'yı nasıl örnek aldığımızı, örnek almakla kalmayıp hakikaten nasıl somut adımlar attığımızı anlatsın. Bu olmadığında maalesef iş hakikaten "bizim bize propagandamızdan" öteye geçemiyor. 
Neden bu deyimi kullanıyorum, çünkü bugün "dünyanın en yararlı teşvik" sistemi olarak gösterilen çalışma, belki firmalara yönelik en iyi desteği veriyor vermesine ama, öyle yanlış bir zamanda devreye alındı ki yararlı olması maalesef çok güç. 
Bizzat Bakan Çağlayan'ın kendi sözleriyle firmaların "karizmayı çizdirmemek" için uğraştığı dönemde verilecek desteklerin hedefi vurması maalesef çok güç. Eğer teşvik sistemi ve "Türk halkı size küser" söylemi dışında topyekun bir strateji geliştirilemezse, Frankfurt Fuarı'nda da bunları konuşuruz. 
Kaldı ki? Ben hatırlattım ama yemekte duymazdan gelindi. Türklerin tüketimde muhafazakar olduğu çok hatalı. Opel, fabrikasını kapattığı, işçilerini işten attığı bir yıl pazar lideriydi. Bugün aynı paraya yerli X modelinin karşısına, muadili VW modelini koyun, 100 kişiden 70'i Alman markayı seçer. 
Rusya gibi olup, vergilerinizi yerli sanayiyi korumak adına istediğiniz zaman artıramıyorsanız, yaptığınız uyarılar rahmetli Adile Naşit'in, Hababam Sınıfı'na yaptıklarının ötesine geçmez. 
O yüzden yapılması gereken önce içerideki sanayiciyi ki burada bence öncelik yan sanayide olmalı, destekleyecek, onların dışarıda marka vs satın alabilecekleri sermaye gücüne taşıyabilecek sistemleri oturtmamız gerekiyor. 
Türkiye patent üretemediği sürece, üreteceği her şey yabancıların izin verdiği kadar olacaktır. Her şeyden önce bu durumun değişmesi gerekiyor.
 
Tüm yazılarını göster