Büyümenin üzerinde bir cari açık sürdürülebilir mi?

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Türkiye ekonomisinin dış finansmanın rahat olduğu yıllarda hızlı büyüdüğü, yavaş seyrettiği yıllarda düşük hızlarda büyüdüğü, tamamen kesildiği yıllarda ise krize girdiği herkesin malumu. Nitekim, bu sene de sürpriz şekilde yüksek bir büyüme oranı elde etmemizin altındaki ana sebep cari açığımızın %10 gibi çok yüksek bir seviyeye çıkmış olması.

Geçen hafta açıklanan 2012-2014 OVP'sinin en sorunlu yönü de milli hasıla artışında beklenen ciddi oranlı azalmaya karşın cari açığın oldukça yüksek bir seviyede devam etmesinin öngörülmüş olması. Büyüme hızının önümüzdeki 3 sene sırasıyla %4, %5 ve %5 olması hedeflenirken, cari açığın %8, %7.5 ve %7 olması hedeflenmekte. Büyüme hızı ve cari açık oranları arasında ciddi bir negatif fark söz konusu. Olağanüstü bir cari açık dönemi yaşadığımız 2011 senesinde bile aradaki fark bu kadar fazla değil. Bu sene %7.5 büyümeye karşın %9.4 cari açık beklenmekte. Aradaki fark %1.9. Önümüzdeki senelerde ise bu farkın %4, %2.5 ve %2.0 olması beklenmekte. Açıkçası küresel konjonktürün önümüzdeki dönemde Türkiye'ye böyle bir "rahatlık" sağlaması çok da mümkün gözükmüyor. Göreceli düşük büyümeye karşın yurtdışından yüksek miktarda finansmanın devam etmesi biraz fazla iyimser bir öngörü.

Benim hatırladığım kadarıyla yıllar boyunca krize girmeden büyüme oranının üzerinde cari açık verme durumu AB'ye yeni giren veya girme arifesinde olan Doğu Avrupa ülkelerine mahsus bir olaydı. 2000'li yıllarda çok daha açık olan küresel finansman kanalları ve güçlü Avrupa ekonomilerinin Doğu Avrupa'da kalıcı yatırımlar yapma iştahı sayesinde bu ülkeler göreceli olarak yüksek miktarda finansman bulabildiler. Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya'ya bakarsak bu ülkelerin 2002-2008 yılları arasındaki ortalama büyüme hızlarının sırasıyla %4.5, %3 ve %6.6 olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerin aynı dönemdeki cari açıkları ise %3.9, %7.4 ve %7.1. (Çekler az da olsa cari açık oranının üzerinde bir milli hasıla artışı gerçekleştirirken, Slovaklar ve de özellikle Macarların milli hasıla artışı cari açığın oldukça gerisinde kalmış.) Ancak bu yıllarda bu ülkelerin kendi ekonomik büyüklüklerine oranla önemli miktarda doğrudan yabancı sermaye çektiklerini de unutmamak gerekiyor. (Meraklısı için bu oranları da vereyim. 3 ülke için 2003-2008 yılları arasındaki FDI oranı ortalaması sırasıyla %3, %3 ve %3.5. Türkiye'ye gelirsek aynı dönemde FDI oranı ortalaması sadece %1.4. Müthiş yatırım çektiğimizi düşündüğümüz 2007 yılında bile bu oran sadece %2.3'tü.) Uzun lafın kısası, bugüne kadarki tecrübeler yüksek oranlı cari açık ile düşük oranlı büyümenin uzun süre "sürdürülebilir" bir model olmadığını göstermekte.

Aslında Hükümet bu durumun oldukça farkında ve cari açığın kontrolüne yönelik olarak birbiriyle bağlantılı 3 önleme yönelmiş durumda. Birincisi, (aslında "teorik" olarak bu MB'nın bir politikası, ancak Hükümet'le Merkez arasında Çin seddi olmadığı da ortada) geçen sene uygulamaya konulan düşük faiz ve gevşek para politikası ile TL'nin değer kaybı sonucunda dış ticaret dengesinde göreceli bir iyileşme sağlanması (Tabii, son dönemde, bu konuda ipin ucu biraz kaçmış durumda). Birbiriyle bağlantılı ikinci ve üçüncü önlemler ise çeşitli vergi ayarlamalarıyla ithalatın önünü kesmek ve kamu açıklarını kontrol altında tutmak. Nitekim, geçen hafta açıklanan Orta Vadeli Program'ın (OVP) hemen akabinde sigara, otomobil, alkollü içecekler ve cep telefonlarında yüksek oranlı vergi artışları açıklandı. Bu önlemlerle hem özellikle tüketim mallarına dönük ithalat talebinde bir azalma, hem de bütçe gelirlerinde 5.5 milyar TL kadar bir artış beklenmekte. Bütçenin önümüzdeki 3 yılda %1.5, %1.4 ve %1 gibi oldukça düşük açıklar vermesi hedefleniyor. (Böylece 2014 sonunda kamu borç stoğunun milli hasılaya oranı da şu anki %40 seviyesinden %32'ye gerilemiş olacak.) Bütçe gelirlerinin giderek daha fazla oranda dolaylı vergi gelirlerine dayandırılıyor olması önemli bir eleştiri noktası olmakla birlikte, Hükümet'in bütçe konusunda muhafazakar ve sağduyulu hareket ediyor olması doğru bir yaklaşım. Ancak, son vergi artışlarının olası etkilerinin OVP raporunun ekonominin temel büyüklükleri ile ilgili projeksiyonları içinde yer almadığı düşünülemez. Buna rağmen, OVP'de cari açığın yüksek oranda seyredeceğinin tahmin edilmekte olması, önümüzdeki dönemde ekonominin "Aşil'in topuğu" haline gelen kronik cari açığın gündemi önemli ölçüde işgal etmeye devam edeceğinin de bir göstergesi.

Zaten, son gelişmeler de cari açığın ekonomi üzerinde önemli bir baskı oluşturduğunu teyit etmekte. Bilindiği gibi Merkez Bankası Ağustos başından beri piyasadaki döviz likiditesini artırmak amacıyla günlük döviz satım ihaleleri, zorunlu karşılıklarda indirim ve son olarak da doğrudan satış müdahelesi gibi tedbirler uygulamakta. Bu şekilde piyasaya 9 milyar doların üzerinde bir likidite sağlanmış olmasına karşın kurlar üzerindeki baskı halen devam ediyor. Kur ve vergi önlemlerinin henüz beklenen etkiyi göstermemiş olması, Ekim ve kalan aylarda mevsimsel olarak cari açığın yüksek seyretme olgusu ve başta bankalar olmak üzere özel sektörün vadesi gelen önemli miktardaki döviz borçlarının çevrilme (roll-over) oranının %100'ün altına düşmüş olması döviz talebinin halen yüksek seyretmesine yol açıyor. Bu bağlamda ben, son tahlilde, kurlar üzerinde süregelen baskının spekülatif nedenlerden değil, reel gelişmelerden kaynaklandığı görüşündeyim.

Tüm yazılarını göster