İş, sürdürülebilir kalkınma amaçlarına (SKA) geldiğinde tüm dünyanın en çok konuştuğu konu “iklim eylemi” oluyor. Hele ki aşırı sıcaklarla kavrulduğumuz şu günlerde değişen iklim koşulları neredeyse her sohbetin bir parçası. Ancak daha iyi bir gelecek yaratmanın yolu sadece iklim için mücadele ederek olmuyor; çok daha fazlasına ihtiyacımız var.
O ihtiyaçlardan bir tanesi de SKA 8 yani “İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme”. Ben ne zaman bu amacın adını bir yerlerde görsem içimde ince bir sızı hissediyorum ve o “insana yakışır” ifadesi kendimi utanmış hissettiriyor.
Niye mi öyle hissediyorum? Yanıtı çok basit aslında.. O tek cümle bize dünyanın pek çok yerinde, pek çok şirketinde, pek çok üretim tesisinde, fabrikada, inşaatta ve birçok başka yerde “insana yakışmayan iş modellerinin/uygulamalarının” olduğu gerçeğini haykırıyor.
Gün geçmiyor ki bir hepimizi üzen bir haber almayalım. Açlık sınırının altına çalıştırılan, insani çalışma şartlarının sağlanamadığı ortamlarda ayakta kalma mücadelesi veren, hakları gasp edilen, kötü muamele gören, mobinge uğrayan ve emeğine haksızlık edilen çalışanlar dünyanın her yerinde “insana yakışır iş” kalkınma amacının çok uzağında olduğumuzu acı yoldan deneyimliyor.
Geçtiğimiz günlerde dünya lüks moda endüstrisinin belki de en öncü markası Dior’a ilişkin İtalya’da yürütülen soruşturmada ortaya dökülenler birçok kişiy “yok artık” dedirtti. Hatta sanırım “sen de mi Brütüs” duygusuna kapıldık pek çoğumuz.
Savcılık tarafından yürütülen Dior soruşturması, Milano çevresinde marka için üretim yapan tedarikçilere odaklanmıştı. Mahkeme kayıtlarından basına sızan belgelerde ne ararsanız var. Maalesef, yasadışı yollarla ülkede bulunan ve haklarını savunamayacak göçmen çalışanlar, ülkede resmi olarak bulunan ama gerekli belgelere sahip olmadan çalıştırılan işçiler, "günde 24 saat iş gücü bulundurmak" amacıyla iş yerinde uyumaya ve gerekli hallerde mesai dışında çalışmaya zorlanan personeller, makinelerin daha hızlı çalışabilmesi için emniyet cihazlarının çıkarıldığına ilişkin deliller, asgari ücretin altında yapılan ödemeler, sağlık gözetimi olmayışı ve uygun eğitim eksikliğine kadar uzayıp giden bir kara listeye tanıklık ettik.
Üstelik yine savcılık belgelerinde geçen “Dior, üretimi emanet ettiği alt yüklenici şirketlerin gerçek girişimcilik yeteneklerini doğrulamada başarısız oldu ve gerçek çalışma koşullarını ve ortamlarını tespit etmek için yıllar boyunca etkili denetimler veya teftişler gerçekleştirmedi. Şirketin organizasyon ve yönetim modellerinin yetersiz olduğu kanıtlandı.” ifadeleri olayın sistematik ve bir problem olduğu gerçeğini de gözler önüne serdi. Sonunda da dünya markasına bir yıllığına “kayyum” atandı.
Daha da acısı, böylesi dünyaca ünlü bir markanın tedarik zincirindeki bu ürkütücü durumla ilk kez karşılaşmıyor olmamız. İki ünlü spor markasının çocuk işçi krizinden Kamboçya’daki işçilerin hak gasplarına, yine dünyaca ünlü markaların tedarikçilerinin Uzakdoğu’daki işçi hakları sorunlarına kadar bu filmi onlarca kere izlemiştik.
Dior krizi, sadece bu konuyu “lüks” kategorisine taşıdı. Markanın her bir ürününün binlerce dolara alıcı bulması ve grup şirketlerinin sahibinin dünyanın en zenginleri listesinin tepelerindeki yeri konuyu daha da dramatik hale getirdi.
Benim markanın ürün fiyatlarına bir itirazım yok. Tüketiciyi o fiyatlardaki ürünleri almaya ikna edebilen marka değeri kolay yaratılabilir bir durum değil, hatta bütük bir başarı. Ama tüketiciye verdiğin statü ile çalışanına olan davranışın arasındaki uçurum da yutulabilir bir lokma değil!
Dior haberleri gündeme düştüğünde yabancı basında moda endüstrisi ile ilgili yayınlanan bir araştırma raporunu gördüm. Araştırma, moda endüstrisindeki sorunlu bir eğilimi vurguluyor. O da maksimum kâr arayışıyla, genellikle işgücü ve çalışan güvenliğinde maliyet kesintilerine yol açması. Ve rapordaki “ilgili şirketler, üretim döngülerinde işgücü sömürüsünü önleyemiyor ve ele alamıyor gibi görünüyor” ifadesi aslında yok birbirlerinden bir farkları demeye çalışmıyor mu?
Durum o kadar dramatik bir hale delmiş ki Dior davasına bakan mahkeme başkanı Fabio Roia, emek sömürüsünü durdurmak için moda sektöründe bir diyalog başlatmanın gerekliliğini vurguladı. Yani başkan diyor ki “insana yakışır iş” konusunda artık herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.
İlk başta söylediğimi bir de sonda tekrarlayayım. Sürdürülebilirlik sadece karbon salımını azaltmak, plastik kullanımının önüne geçmek ya da çok dert yandığımız iklim değişikliği ile mücadele etmekten ibaret değildir. Bunlarla birlikte insanın insanca çalışmasını da sağlamak zorundayız. Aksi bir gün hepimizi tüketecek...