Borç görünürde bini aşıyor, ancak…

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, merkezi yönetimin brüt borç stoku mart sonu itibariyle 453.8 milyar lira düzeyine yükseldi. Bu tutarın 340.7 milyarını iç, 113.2 milyarını ise dış borç oluşturuyor. Brüt borç stokunda 2002 sonundan bu yılın mart sonuna kadar olan yedi yılı aşkın dönemde yüzde 87'lik artış oldu. Bu sürede iç borç yüzde 127.3 artarken, dış borcun adeta yerinde saydığı ve yalnızca yüzde 22 arttığı görüldü. Dış borçtaki artış oranının böylesine düşük kalmasında TL'nin değerlenmesi de önemli bir etken. Hesaplamalarda dikkate alınan ve 2002 sonunda 1.6345 olan dolar kuru, mart 2010 itibariyle 1.5215 düzeyinde bulunuyor. Bu yüzden de dış borç dolar cinsinden yüzde 31 artmasına rağmen, TL karşılığı olarak artış yalnızca yüzde 22 oldu.

Bazı büyüklüklerin tek başına artıyor olması çok önemli değil. Örneğin bir ailenin harcaması kısa bir dönemde 5'ten 10'a çıkmışsa, bu durum yalnızca harcama yönüyle bakıldığında pek de olumlu bir gelişme sayılmaz. Ama bu ailenin geliri bu dönemde 10'dan 20'ye çıkmışsa, gelir/harcama oranı yönünden aslında değişen bir şey yoktur, gelir 10'dan 30'a çıkmışsa durum çok daha iyi demektir.

Ülke ölçeğinde bazı büyüklükleri kıyaslarken temel alınacak gösterge ise GSYH. Bu açıdan bakınca borcun, özellikle de kamu net borç stokunun GSYH'ye oranında son bir-iki yılda kötüye gidiş varsa da daha önceki yıllara göre gelişmenin olumlu yönde olduğu açık.

Son on yıllık dönemde kamu net borç stokunun GSYH'ye oranında en yüksek düzeye yüzde 66.3 ile 2001 yılında çıkılmıştı. Yani o yıl Türkiye, oluşturduğu GSYH'nin üçte ikisi kadar kamu net borç yükü altındaydı. 2001 yılında 240.2 milyar liralık GSYH'ye karşılık, kamunun 159.4 milyar lira düzeyinde net borcu bulunuyordu. 2001'deki borç stoku/GSYH oranını değerlendirirken söz konusu yılın Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birinin yaşandığı yıl olduğunu elbette gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Kamu net borç stokunun GSYH'ye oranı daha sonra her yıl azaldı, ta ki 2009'a kadar. Söz konusu oran 2002'de yüzde 61.4'e, 2003'te yüzde 55.1'e, 2004'te yüzde 49'a, 2005'te yüzde 41.6'ya, 2006'da yüzde 34'e, 2007'de yüzde 29.5'e, 2008'de ise yüzde 28.2'ye indi.

2009'da GSYH cari fiyatlarla yalnızca yüzde 0.4 arttı. Kamu net borç stokunda ise yüzde 16'ya yakın artış kaydedildi. Bunun sonucunda da 2008'de yüzde 28.2'ye inen stok/GSYH oranı 2009'da yüzde 32.5'e yükseldi.  

Bir önceki yıla göre 4.3 puan yükselmiş olsa da kamu net borç stokunun GSYH'ye oranının geldiği yüzde 32.5'lik düzey kaygı duyulacak bir düzey değil. Gelişmiş ülkelerde bu oranın çok daha yukarılarda olduğu biliniyor. Bizde son yıllarda dış borçlanma kamudan özel sektöre kaymış görünüyor, ama orada da pek sıkıntı yok gibi; çünkü bu borcun gerçekte ne kadarının yabancılara karşı olduğu, ne kadarının özel sektörün bir cepten diğer cebe aktardığı borç görünümlü kaynak olduğu tartışması bitmiyor, bitmez de…

Bitmeyecek bir tartışma da İşsizlik Sigortası Fonu net varlıklarının neden kamu varlığı sayıldığı ve kamu net borç stoku hesaplanırken bir artı kalem olarak dikkate alındığı. Bu kalemde 2009 sonu itibariyle tam 42 milyar lira bulunuyor. Kamunun brüt borç stoku 465 milyar lira. Yani brüt borcun yüzde 9'u işçinin parasıyla yamanıyor. Özünde işçiye ait bu para, neden kamunun varlığı sayılsın ki… Yoksa zihinlerde günü gelince bu paraya tümden el koyma düşüncesi mi var? 

Tüm yazılarını göster