Bölge sarsılırken Türkiye parlıyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Ortadoğu'daki son gelişmelerin bölge ve Türkiye açısından yeni bir dönemin habercisi olduğu, doğrudan ve dolaylı çok yönlü etkiler yapacağı açık. Küresel krizle dünya ekonomisindeki hakim rolü ve maddi varlığı zarar gören ABD liderliğindeki gelişmiş batı da, öngöremediği bu çalkantılar sonrasında uzun zamandır bu önemli bölgeye ilişkin politikalarını belirlerken kullandığı bakış açısını ve zihinsel kodlarını köklü biçimde gözden geçirmekte. Genel olarak süreç, kısa ve orta vadede şimdiye kadar yeterince algılanmayan demokrasi ve çeşitlenmiş sanayi gibi farklılıklarıyla öne çıkacak olana Türkiye'nin lehine gelişecek gibi görünüyor. Ancak uzun vadedeki sonuçlar daha karmaşık, belirsiz ve Türkiye'nin aradaki süreyi değerlendirme kalitesine bağlı.

Şansımız artıyor ama vade belirsiz

Gerçekten bizler haklı olarak ülkenin sadece krizleri aşmakla yetinmemesi ve sürekli bir başarı hikayesi için yapısal zaaflarını süratle gidermesi gerektiğini vurgularken üzerinde yer aldığımız dünya sahnesi ve yakın coğrafyamız sürekli bir değişim içinde.

Bu değişimin küresel krizin ilk plandaki daraltıcı etkisi gibi olumsuz sonuçları da oluyor; nitekim Ortadoğu'daki gelişmeler de bizimde parçası olduğumuz bölgenin genel olarak yatırım riskini ve petrol fiyatlarını olumsuz etkiliyor. Buna karşılık kitlelerin artacak özgürlüğü ve gelir düzeyi, bölgenin en gelişmiş demokrasisi ve sınai gücü olan Türkiye'ye yeni fırsatlar da getiriyor.

Bugün dahi Irak ile ticaret hacmimiz büyük bir hızla artarak sözgelişi ABD ile olan (ve büyük ölçüde aleyhte bakiye veren) ticaret hacmini aşarken, öte yandan ABD'nin Dış Ticaret Bankası, dünya çapında stratejik olarak odaklanacağı 9 ülke arasına Avrupa ve Ortadoğu'dan sadece Türkiye'yi koyuyor. Türkiye'nin bölge için bir yatırım ve ticaret merkezi potansiyeli olduğuna inanılıyor.

Ancak mevcut sanayi yapısını dönüştüremezsek bu bölgesel avantajın da uzun vadeye taşınması zor. Kaldı ki zamanla bu ülkelerden bazılarının hızlı bir stratejik odaklanma sonunda bize rakip haline gelebilecekleri de unutulmamalı.

Yerli ve küresel Ar-Ge'yi artırmalıyız

Bu açıdan sadece bugünkü sektör ve teknoloji bileşenleri ile yetinmeyip, üretim ve ihracat içinde yurtiçi katma değeri ve teknoloji düzeye daha yüksek sektör ve ürünlerin payını artırmamız zorunlu. Ama katma değer üretmenin yolunun, artık büyük ölçüde fikri mülkiyet konusu gayri maddi değerlerden geçtiği de unutulmamalı. Bu bağlamda ilk akla gelen unsurlar Ar-Ge ve eğitim politikası. Bu iki konuda göstereceğimiz çarpıcı başarı, bilelim ki, şimdiye kadar uyguladığımız teşvik politikalarının tümünden daha etkili olacaktır.

Ne var ki son yıllardaki takdire değer odaklanmaya rağmen sadece 13000 Ar-Ge elemanı ve 87 Ar-Ge merkezi ile ve GSMH'nin içindeki Ar-ge payını binde 4'lerden binde 8'lere çıkarmak çarpıcı başarı anlamına gelmiyor. On yıllar boyunca dev milli gelirinin yüzde 3'ünü Ar-Ge'ye ayıran ABD'nin neden hala dünyanın rakipsiz öncü ekonomisi olduğunu anlamak da kolaylaşıyor. Geçen hafta bazı toplantılar için bulunduğum aynı ABD'nin bunca karmaşık gündemi arasında bile hala patent mevzuatını basitleştirmek, maddi külfetini azaltmak ve küçük fakat yaratıcı yatırımcıları korumak için yoğun çaba içinde olduğunu da hatırlatmakta yarar var.

Bu arada küresel Ar-Ge harcamalarının yarısının 700 küresel şirket tarafından yapıldığı, patentlerin yüzde 35'inin ABD, yüzde 25'inin AB, yüzde 18'inin Japonya'ya ait olduğu göz ardı edilmemeli. Dolayısıyla küresel şirketlerin Ar-Ge fonksiyonları ve yatırımlarını Türkiye'ye çekmekte en az kendi şirketlerimizin Ar-Ge yatırımlarını artırmak kadar ve muhtemelen daha çabuk sonuç verecek önemli bir stratejik seçenek. Bu konuda YASED ve ODTÜ işbirliğiyle yapılan araştırma ve benzeri yol gösterici çalışmaların artmasında büyük yarar var.

Çıtayı yükseltmeden olmaz

Hazır "Batı"nın bölgemize ve stratejik önceliklere yönelik tercihleri bizim istediğimiz yönde değişirken ve kredi notu derecelendirmesi gibi göstergelerde sergilenen bakış açısı terk edilirken, bizim de nüfusumuzun daha büyük bölümünü bilgiye ve kaliteye ulaştırarak verimlilik ve rekabetçilik düzeyini yükseltmek, bu arada dış tasarrufları da böyle kalıcı yöntemlerle kullanmak için hareketlenmemizin zamanıdır.

Düşük çıtayla lider olunmaz.

Tüm yazılarını göster