Biz içerden, siz dışarıdan ...

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Keçecizade Fuat Paşa'nın Fransız sefirine verdiği cevap meşhurdur. Paşa, kendisine yöneltilen dünyanın en güçlü devletine ilişkin soruya, bunun Osmanlı Devleti der ve ekler: "Asırlardır siz dışardan, biz içerden bir türlü yıkamıyoruz!"

Şimdi soralım, dünyanın en güçlü yargısı hangisidir? El cevap, Türk yargısıdır. Neden? On yıllardır mensupları içerden, toplum ve iktidarlar dışardan bir türlü yıkamıyor da ondan. Son günlerde yargıda yaşananlar bana bunları hatırlattı.

Tartışmamıza biraz eskilere giderek başlayalım. Belki unutulmuştur, yargıdan ilk rahatsızlık duyan Adnan Menderes idi. Kendisini memnun etmeyen kararlar veren yargıçları uzak yerlere sürmekte herhangi bir sakınca görmemiş, bunu tabii siyasi hakkı saymıştı. Bu tutumunu bir yandan yargının seçimle gelen iktidarların iradelerini sınırlayamayacağı, diğer yandan yargının tek parti yönetiminden sonraki iktidarına karşı kasıtlı davrandığı kanaati şekillendiriyordu.

1960 sonrasında iktidarların yargıya keyfi müdahalelerini engelleyecek tedbirler getirildi. Ancak, her iki kanaat daha sonraki yıllarda orta sağ ve sağ iktidarlara hakim olmaya devam etti. Günümüz iktidarının da bu iki kanaatin etkisi altında hareket ettiğini görmek için Başbakanımızın beyanlarına bakmak yeterlidir.

Şimdi sorumuza geçelim. Acaba iktidarlar yargıdan şikayetlerinde haksız mıdır?

Hem evet, hem hayır. Yargının temel işlevlerinden biri yasama ve yürütmeyi denetlemek ve dengelemektir. Bu anlamda, iktidarların icraatını yasalar içinde tutmalarını sağlayan bir yargı, hükümleriyle iktidarı sınırlarken aslında görevini yerine getirmektedir. Bizim hükümetlerimiz güçlerinin sınırlanmasına tahammül edemiyor, yargıya kızıyorlar; kendilerine tabi kılabilseler, memnun olacaklar.

Ancak, bir başka sorunu da görmezlikten gelemeyiz. Yargımız, devletle toplum arasında eşit mesafede durmaktan ziyade, devleti korumak ilkesine sosyalleşmiştir. Bu amacı gerçekleştirirken, bazen hukukun gereklerine uymakta yeterli duyarlılık göstermediğinin örnekleri çoktur. Kaldı ki, devletin çıkarının ne olduğu takdire bağlı olduğundan, sık sık siyasi iktidarlarınkinden farklı değerlendirmelere ulaşılması söz konusu olabilmektedir. Bu durum, iktidarların şikayetine bir miktar haklılık kazandırmaktadır.

Son anayasa değişikliği sırasında, anayasada zaten varolmasına rağmen, yargının yerindelik denetimi yapamayacağına ilişkin açık bir hükmün eklenmesi, bu rahatsızlıkla açıklanabilir. HSYK ve anayasa yargısında yapılan değişikliklerin de bir ölçüde aynı saiklerle gerçekleştirildiğini de teslim etmemiz gerekmektedir.

Günümüzde yargıyı iki sorun daha kemiriyor: Etkinlikten uzaklaşma ve yozlaşma. Bana soracak olursanız, bunların giderilememesi iktidarların yargıya tasallutundan çok daha vahimdir. Etkinlikten uzaklaşma, adaletin geç tecelli etmesi, böylelikle bazen yerini bulmaması, bazen hiç tecelli etmemesiyle sonuçlanıyor. Yozlaşmaya yol açan faktörlerden birinin bu olduğu kesin. Ancak, giderilmesi için adımlar atmak, tedbirler almak mümkün. Yozlaşmanın kendisiyle baş etmek çok daha zordur. Konunun üzerine yeterince eğilindiğinden emin olamıyorum. Ama bir şeyden eminim, siyasiler dışardan, mensupları da içerden uğraşırlarsa, ne kadar sağlam olursa olsun yargı yıkılır, altında kalırız. Osmanlı sonunda yıkıldı.

Tüm yazılarını göster