Biz bu filmi görmüştük

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Londra'da dün kimse kimseye borç vermek istemedi. Gecelik faiz yüzde 10 gibi rekor bir düzeye ulaştı, işlemler durdu. Sorun, özünde güven bunalımıydı, yarın ne olacağını bilememekti, hiç alışık olunmayan bir tablonun içinde yaşanan şaşkınlıktı.

Faizlerin rekor düzeylere ulaşması, piyasanın kilitlenmesi bizim için yeni bir durum değil; biz bunu yedi buçuk yıl önce yaşamıştık. Hatta ilk işaretlerin sekiz yıl önce, Kasım 2000'de ortaya çıktığını görmüş, filmin kopuşuna da Şubat 2001'de tanıklık etmiştik.

Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Şükrü Binay, piyasalardaki son duruma ilişkin sohbetimizde dün ilginç bir saptamada bulundu. Binay, Türkiye'nin şimdiye kadar yaşadığı hiçbir krizi ithal etmediğine dikkat çektikten sonra, "İlk kez kriz ithal etme durumundayız" diye konuştu.

Dünyada ve Türkiye'de son otuz yılda neler olmuştu? Binay, 78-79'larda had safhaya çıkan Türkiye'deki krizden sonra gelen 24 Ocak 1980 kararlarını anımsattı. Sonrasında 1982'de Meksika'da bir borç krizi yaşanmış, ardından bu kez 1991'de Meksika yeni bir krizle sarsılmıştı; bunlardan hiç etkilenmemiştik. 1994'te biz kendi krizimizi "yarattık", 5 Nisan kararlarını almak durumunda kaldık. 1997 yılının eylül ayında Güneydoğu Asya krizi patlak verdi, 1998 yılının haziranında bu kez Rusya krizi yaşandı. Bu iki krizden de zarar görmedik. Ama doğrusu biz kriz yaratma konusunda "uzman" sayılırdık, biraz da bize dayatılan yanlış IMF reçeteleri yüzünden elimiz kolumuz bağlı olunca 2001 krizinin içinde bulduk kendimizi.

Son otuz yılda uluslararası çaptaki hiçbir kriz bizi etkilemedi. Yani, Şükrü Binay'ın deyişiyle şimdiye kadar hiç "kriz ithal etmedik". Ama, şimdi durum farklı, bu kez kriz ithal etmekten kaçınma şansımız giderek azalıyor.

Bankaları yabancılara açınca...

Türkiye'de bankacılık sistemi adeta kırmızı halılar serilerek yabancılara açıldı. Doğrudan yatırımlar sınıfına konulan yabancılara banka satışıyla doğrusu iyi döviz geldi ama, bu işin sonu da hiç düşünülmedi. Yabancıların bankacılıktaki payı yüzde 40'ı aştı.

Türkiye'ye gelen yabancı bankaların her biri, neredeyse tüm Türk bankacılık sisteminin büyüklüğü kadar bir devdi ve sanıldı ki bunlara hiçbir şey olmaz. Ama oluyormuş. Domino gibi ancak birbirine dayalı olarak durabilen sistemde yıkılma başladı mı, bu yıkılmayı önlemek pek mümkün görünmüyor.

Bu köşede dün de vurguladık, uluslararası alandaki dalgalanmanın, bizim finans sektörümüzün tümünü etkilemesi en azından şimdilik söz konusu değil. Ama, finans sektörümüzün bir parçası konumundaki yabancı sermayeli B bankasının aslı ya da merkezi olan A bankası dışarıda ve orada fırtınalar kopuyor. A diyor ki tüm dünyadaki kollarına, "Bana kaynak aktarın". B, Türkiye'de açtığı kredileri kapatıyor, yeni kredi açmaktan tabii ki kaçınıyor ve yurtdışına para transfer ediyor.  

Türk reel sektörünün dövizdeki açık pozisyonu yılın ilk üç ayında yüzde 21 artışla mart sonunda 74 milyar dolara ulaştı. Reel sektörün yurt dışından kullandığı kredi mart sonu itibariyle 87 milyar dolar. Yurtiçinden kullanılan döviz cinsi ve dövize endeksli kredi de 39 milyar dolar.

Bizim A ve B'ye reel sektör olarak borcumuz (borcun bir kısmı yerli bankalaradır kuşkusuz) 100 milyar doların çok üstünde. Bu para isteniyor işte, aşama aşama. Başta tekstil olmak üzere bazı sektörlerin son dönemde iyice artan sıkıntılarının nedenlerinden biri de bu kredi ilişkisindeki sıkıntı değil mi zaten...

Avrupa'daki bankalar

Şükrü Binay'ın dikkat çektiği bir yön daha var. Binay, Avrupa Merkez Bankası'nın ana sözleşmesinde, bir bankanın kaynak aktarılarak kurtarılması gibi bir hükmün bulunmadığını belirtiyor. Belli ki, hem karar almada yaşanabilecek zorluk, hem de Avrupa'da bir bankanın zor duruma düşebileceğine ihtimal verilmemesi yüzünden böyle bir hükme gerek duyulmamış. Dolayısıyla, dün İngiltere'de yaşanan yüksek faiz bir süre daha devam ederse, Avrupa'dan da banka iflasları duymamız sürpriz olmayacak. Bu durum, Avrupa ekonomisinin çok ciddi bir durgunluğa sürükleneceğinin işareti.

Avrupa ekonomisinde yaşanacak durgunluğun bize olacak yansımalarını anlatmaya herhalde gerek yok. Avrupa'daki durgunluk, bizi keşke yalnızca finans yönüyle etkilese. En büyük pazarımız olan Avrupa'ya ihracatta yaşanacak sıkıntıları dikkate alırsak, finans kaynaklı sıkıntıyı mumla arayabiliriz.

Dünya finans piyasaları öyle bir noktaya geldi ki, artık sistem sorgulanmaya başlandı. ABD bile finans piyasalarındaki kurtarmalarla sistemi ayakta tutamayacağını gördü, hani deyim yerindeyse "ölen ölür kalan sağlar bizimdir" deme noktasına geldi. Biraz önce belirttik, Avrupa'da zaten bu tür kurtarma operasyonları yapılması söz konusu değil.

Önümüzdeki günlerde, Türkiye'den eskiye göre daha fazla döviz çıktığını, döviz girişinin eskisi gibi sürmediğini ve dolayısıyla Türk parasının biraz değer yitirdiğini görürsek hiç şaşırmayalım.  

Tüm yazılarını göster