Bir yılbaşı hikâyesi...

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Kar durmuştu. Tam tepedeki dolunay, çevrenin görkemli beyazlığını bir mücevher gibi ışıldatıyor, arada bir esen rüzgâr, beyaz zerrecikleri oradan oraya savuruyordu. Kuledeki saate baktı, geceyarısını çoktan geçmiş, kasaba, bu yılbaşı gecesinin geç saatinde daha da ıssızlaşmıştı.

Uzun bir yol bekliyordu onu.

Tam karşısındaki kıyıda olduğunu duyduğu o güzel kadına ulaşabilmek için, gölün çevresini dolaşmalı, gün doğmadan onun yanağına bir “soğuk” öpücük olsun kondurabilmeliydi.

Şöyle bir kendine baktı, evet yakışıklıydı. Üşümüş, havuç rengindeki burnu, kömür siyahı gözleri, atkısı, yakasındaki çiçeği ile öyle yakışıklı görünüyor olmalıydı ki...

Elindeki süpürge sapından sopayı, battığı kardan çıkarmayı denedi, evet, olabiliyordu. Bir adım atabilse, gerisi gelecek, hızlı hızlı gölün karşısına yürüyüp oradaki o “hayal” kadını gerçeğe dönüştürebilecekti.

Haydi, dedi kendi kendine bir gayret, yapabilirsin. Bir cesaret ilk adımı attı. Karların içinde geride kalan çukurluğu görünce sevindi, işte yürüyebiliyordu artık... Hedefine gün doğmadan ulaşabilmek amacıyla, gölün sağ kıyısını karların izin verdiğince tempolu bir biçimde adımlamaya başladı...

Bütün gün karın keyfini çıkaran çocukların çığlıklarından başı ağrımış, gecenin sessizliğini dört gözle beklemişti. Gün içinde, karşı kıyıdaki o yakışıklı adamdan da söz etmişlerdi çocuklar seslerinde hayranlık dolu kıskançlıkla... Acaba nasıl birisiydi? Kendine baktığında biraz tombuldu, ama yine de akça pakça güzel bir kadındı. Tombulluğu da onun hatası değildi, öyle yaratılmıştı, ne yapsındı! Bir güzel çizilmişti ki kıyafeti, hele atkısı, eski püskü olduğu hiç de belli değildi boynuna güzelcene sarılınca... Gün boyunca, karşı kıyıdaki o yakışıklı adam düşmüştü aklına, gece çökünce, ortalık tenhalaşınca ona gitse, bir merhaba dese hiç de fena olmazdı.

İşte saat, o saatti gölün çevresinden karşı kıyıya yürüyecek, onu bulacaktı... Gölün sağ kıyısı, daha rahat yürünebilir gözüküyordu. Üzerindeki önlüğü çözdü, şimdi o ev kadını halinden de kurtulmuştu. Zor da olsa ilk adımını attı ve ona doğru yürümeye başladı...

Soluk soluğa yürürken terlememeye dikkat ediyordu. Terlemek, ısınmak, güneş onun için iyi şeyler değillerdi. Sabah olmadan karşı kıyıya varmalıydı. Oradaki kasabaya ilk kez gidecekti, ama olsun, o güzel kadını, gecenin zifirinde bembeyaz ışıldayan o güzelliği bulmakta zorlanmayacaktı, bunu hissediyordu. Az kaldı diye düşündü, az kaldı, birazdan ona kavuşacağım...

İyi ki önlüğünü çıkarmıştı, yoksa yürümekte iyice zorlanacaktı. Çamların arasından kendine yol bulmaya çalışıyordu. Dolunayın olması ne kadar güzeldi, hem yılbaşı gecesini daha da romantikleştiriyordu, hem de iğne yaprakların arasından sızarak yolunu bulmasını sağlıyordu...

Elele tutuşarak güneşin doğuşunu seyredeceklerdi gölün kıyısında. Havalar böyle soğuk giderse, birkaç gün daha orada birlikte oturabilirlerdi. Sonra... Bu kısacık ömürde sonrasını düşünmeye gerek yoktu ki... Bir yılbaşı gecesinde biribirlerine verebilecekleri en güzel hediye, işte bu buluşmaydı ve yeterdi...

Gölün karşı kıyısına vardığında, onu göremedi. Issız sahilde olması gereken her yere baktı, yoktu. Adını bilse haykırırdı, ama hiç görmediği, o tevatürün adını nasıl bilebilirdi ki... Bir o yana bir bu yana arşınladı durdu gölün kıyısını...

Yok, yok, yok, yoktu...

Günün ilk ışıkları üzerine düşmeye başladığında, çaresiz olduğu yere, gölün kıyısına çöktü. İşte sabah oluyordu, her şey bitmişti. Güneş biraz daha yükselince, terlemeye başladığını hissetti. Üzerinde damlacıklar oluşuyor, göle doğru sızıp duruyorlardı.

Bitti, dedi, her şey bitti... Kavuşamayacağız...

Gölün diğer kıyısındaki kadın da aynı şeyleri hissediyor, aynı duyguları yaşıyordu. Bitmişti işte, bir yılbaşı gecesi rüyası bitmişti. Ter, her tarafını bastı, sanki eridiğini hissediyordu...

Yeni yılın ilk günü gölün kıyısına koşarak gelen çocuklar, iki ayrı sahilden gittikleri için biribirleriyle karşılaşamayan kardan adamla kardan kadının süpürgesini, önlüğünü, havuç burunlarını, kömür gözlerini buldular kıyıda...

Hiçbir şeyden habersiz, eriyen karların üzerinde oyunlarını sürdürdüler... Kardan adamla kardan kadınsa büyük buluşmayı, akıp gittikleri gölün engin sularında yaşabildiler...

Mutlu yıllar...

Tüm yazılarını göster