Bir acayip Katma Değer Vergisi

Özel hesaba alınan sonraki döneme devreden KDV, mükellefin 3 yıl içindeki talebi üzerine gelir/ kurumlar vergisinin tespitinde gider olarak dikkate alınabilecek. Ancak, bunun için önce talepten itibaren bir yıl içinde inceleme yapılması gerekiyor.

Prof. Dr. Funda BAŞARAN YAVAŞLAR funda.yavaslar@dunya.com

Özel hesaba alınan sonraki döneme devreden KDV, mükellefin 3 yıl içindeki talebi üzerine gelir/ kurumlar vergisinin tespitinde gider olarak dikkate alınabilecek. Ancak, bunun için önce talepten itibaren bir yıl içinde inceleme yapılması gerekiyor.

7524 sayılı “Ver­gi Kanunları ile Bazı Kanunlar­da ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararna­mede Değişiklik Yapıl­masında Dair Kanun” (7524 SK), büyük bir hızla 28 Temmuz pa­zar günü TBMM’de kabul edildi. Düzenle­melerin önemli kısmı, yasa­nın Cumhurbaşkanınca Res­mi Gazete’de yayınlanmasıy­la derhal yürürlüğe giriyor; Ağustos ortasına kadar ise ya­rısından fazlası yürürlüğe gir­miş olacak.

Bir geçici madde dahil 62 maddeden oluşan 7524 SK’nın en önemli özelliği, ver­gi gelirlerini işletmeler (ser­best meslek faaliyetleri dahil) üzerinden artırmayı amaçlı­yor olması. Kabahatler ya da uzlaşma gibi kimi düzenleme­lerin kapsamına somut olayın özelliklerine göre tabi ki işlet­me sahipleri/ortakları dışın­daki kişiler de girmekte (ör­neğin nihai tüketiciler gibi). Ancak, paketin hedef kitlesi, işletmeler ve işletmeler üze­rinden işletme sahipleri ve/ veya ortakları.

Genel manzara

Uzun yıllardır işletmeler ile devlet arasında vergi ilişkisi dışarıdan şöyle görünmektey­di: işletmelerin büyük kısmı­nın vergi kaçırdığından şüphe­leniliyordu; ancak, yasalarda vergi idaresine tanınan geniş yetkilere rağmen, yeterli dene­tim yapılmıyordu. Yakalanma riskinin düşük olduğu böyle bir ortam, pek çok işletmenin ya tamamen ya da kısmen ka­yıt dışı çalışmasına yol açıyor­du. Burada da temel araç, sahte ve/veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerdi.

Vergi idaresinin (/devletin) görevi, doğan vergiyi tespit ve tahsil etmektir. Ancak, etkin ve etkili bir denetim mekaniz­ması çalıştırmak yerine, ola­ğan hale gelen af yasalarıyla işletmelerden matrah artırı­mı yoluyla toplanabildiği ka­dar vergi alınması tercihi öne çıkıyordu.

Çünkü, içinde stok affı, kasa affı, ortaktan alacak affı gibi düzenlemeler barın­dıran af yasalarıyla vergi aslı­nın önemli bir kısmı alınma­dığı gibi, incelememe garan­tisi hemen tüm hüm hukuka aykırılıklara göz yumulması sonucunu doğuruyordu. Çoğu mükellef, kısa süre sonra ye­ni af yasası çıkacağına inandı­ğından, af çerçevesinde yapı­landırılan vergiyi dahi birkaç taksit sonra ödemeyi bırakı­yordu.

İki af yasası arasında vergi idaresine yakalanalar için de büyük bir sorun yok­tu; çünkü, suistimale açık uz­laşma düzenlemesi ve vergi cezalarını anlamsızlaştıran imkanlarla, sadece gerçek­te ödenmesi gereken vergiyi -enflasyon oranından çok da­ha düşük bir- faizle ödeyip (o da tespit edildiği kısım bakı­mından), bu işten kurtulma imkanı vardı. Dış ya da iç kay­nak yerine, devlete ödenmesi gereken vergiyle kendisini fi­nanse etmek ucuz ve az riskli bir yoldu.

Tüm bu kısırdöngü içinde olan, -daha eline geliri geç­meden stopajla vergiyi öde­yen kesimin yanısıra- dürüst bir şekilde çalışmak isteyen işletmelere oluyordu. Haksız rekabet ortamında, düşük kar marjıyla faaliyet ya da mevcut düzene kısmen de olsa ayak uy­durma ikilemi içinde kalıyor­lardı.

Kamuoyunda son dönemde bazı anlı şanlı şirketlerin hiç ya da çok az vergi ödediği tartışı­lıyor. İşte 7524 SK, işletmele­rin daha az vergi ödeme araç­larından birini, yurt içi asgari kurumlar vergisi yoluyla belli ölçülerde sınırladı. Diğer yan­dan, yoklamaya dayalı izaha davet modeli ile de, idarenin zaten sahip olduğu yoklama yetkisinin, vergi kaçağını önle­mek üzere daha etkin kullanı­lacağı ve işletmelerin üzerine gidileceğini, yasal bir çerçeve­de ilan etmiş oldu. Her iki dü­zenlemeyle ilgili açıklama ve değerlendirmemi geçtiğimiz haftaki yazımda yapmıştım.

İşletmeler üzerinden doğrudan harcama vergisi olma yolundaki KDV

7524 SK (md.20-md.22) ile, işletmelerin üzerine giden bir başka adım, KDV alanın­da atıldı: Hem “KDV iade hak­kı doğuran işlemlerden kay­naklanan iade taleplerinin vergi inceleme raporu sonu­cuna göre yerine getirilmesi­nin esas olduğu” kabul edildi (demek ki istisnaları olacak!); hem de, 5 takvim yılı süresin­ce indirim yoluyla giderile­meyen KDV’nin, “sonraki dö­neme devreden KDV hesa­bından çıkarılarak özel bir hesaba alınması” öngörüldü.

Özel hesaba alınan sonraki döneme devreden KDV, mü­kellefin 3 yıl içindeki talebi üzerine gelir/ kurumlar ver­gisinin tespitinde gider ola­rak dikkate alınabilecek. An­cak, bunun için önce talepten itibaren bir yıl içinde incele­me yapılması gerekiyor. Gi­der olarak indirim, inceleme­nin tamamlandığı yıla ilişkin gelir veya kurumlar vergisi bakımından söz konusu ola­bilecek.

Devreden KDV’nin gelir/ kurumlar vergisi matrahında gider olarak dikkate alınması, devreden KDV’nin sadece bir kısmının vergi borcu hesabın­da dikkate alınması anlamına gelmekte. Mükellef indirim talebinde bulunmazsa, bu im­kan da olmayacak ve devreden KDV’nin üzerine tamamen bir bardak soğuk su içmek zo­runda kalacak. Enflasyonist bir ortamda iade ve indirimde gecikilen süre için uygulana­cak faiz oranı konusunda ise yasada tek kelime yok.

Tüm bunlar, KDV’de iade ve indirimi sınırlandıran diğer yasal düzenlemeler ile -en son 27.12.2023 tarih ve 7491 SK ile genişletilen KDVK md.36, f.1’e binaen- Cumhurbaşka­nı’nın indirim veya iade hak­kını kısmen veya tamamen kaldırma yetkisiyle birlikte değerlendirildiğinde, Türki­ye’de KDV’nin “nihai tüke­ticiler üzerinde dolaylı bir harcama vergisi” olmaktan çıkıp, “işletmeler üzerinde doğrudan bir harcama ver­gisi” olmaya doğru adım adım ilerlediğini göstermekte. Ver­gi sorumlularının durumu ise ayrı bir tartışma konusu.

Avrupa Adalet Divanı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yaklaşımı

Sadece 7524 SK md.20 ve md.22 değil, aynı zamanda KD­VK md.36, f.1 de, mevzuatımı­zı uyumlaştırmak durumunda olduğumuz Avrupa Birliği’nin KDV Sistemi Direktifi’ndeki (2006/112/EG) tarafsızlık il­kesine (Neutralitaetsprinzip) tamamen aykırı.

KDV’nin te­mel ilkesi olarak kabul edilen tarafsızlık ilkesi, Avrupa Bir­liği Adalet Divanı kararla­rında, hem “karşılaştırılabilir durumların farklı şekilde ver­gilendirilmemesi ve bu bağ­lamda KDV’nin rekabeti et­kileyen bir unsur olmaması” zorunluluğunu, hem de “sa­tın aldıkları mal ve hizmetler nedeniyle fiyat içinde kendi­lerine yansıtılan KDV’nin iş­letmeler üzerinde kalmama­sı” mecburiyetini ifade edi­yor (örneğin, EuGH C-62/93, C-110/98 ve C-515/20). İlke, KDV’ye ilişkin düzenlemele­rin yorumlanmasında merke­zi bir role sahip. İade ve indi­rim, KDV sisteminin ayrılmaz bir parçası. AB sistemi içinde KDV işletmelere aylar içinde (yıllar değil!) iade edilir; iade­de gecikme olması halinde ise mükellef faiz talep etme hak­kına sahiptir.

Altına imza attığımız Av­rupa İnsan Hakları Sözleş­mesi’nin koruyucusu Avru­pa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise, Bulves v. Bulgari kararında (22.01.2009) KDV indirim hakkının reddinin mülkiyet hakkını garanti altı­na alan 1 No’lu Ek Protokol’ü ihlal ettiğine karar verdi. Bu­na karşılık yakın tarihli Ital­moda kararında (05.04.2022), satıcının “KDV kaçakçılığına yol açan hileli bir işleme dahil olduğunu bildiği veya bilme­si gerektiği” gerekçesiyle mü­kellefin ihlal iddiasını reddet­ti.

AİHM’e göre indirim hakkı sadece bir mükellef hakkı de­ğidir, aynı zamanda -özellikle KDV kaybına yol açan eylem­lerle mücadelede- sistemik bir işleve sahip. KDV dolandırıcı­lığını ve suistimalini önlemek amacıyla, tarafsızlık ilkesi ve indirim hakkı sınırlandırılabi­lir, ama bu ölçülülük ilkesine uygun şekilde yapılmak zorun­da. Buna karşılık, 7524 SK ve KDVK md.36, f.1’de, KDV do­landırıcılığı ve suistimaline bir atıf olmaksızın indirim ve iade hakkı sınırlandırılmakta hatta ortadan kaldırılmakta.

Anayasa Mahkemesi: Gelir elde edilmesi amacıyla hukuk devleti niteliklerinden vazgeçilemez

Diğer yandan, 7524 SK'da devreden KDV ile ilgili düzenlemelerin 01.01.2030 yılında yürürlüğe girmesinin öngrülmesi dikkat çekici. Yasa koyucunun, 2023 yılında 200 milyar TL’yi aştığı belirtilen devreden KDV sorununun önümüzdeki 5 yıl içinde de çözülmeyeceğini öngördüğü anlaşılıyor. İşletmelerin daha sıkı denetlenmesi ve etkin olmayan ya da amacına ulaşmış vergi avantajlarının etkisinin azaltılması hatta kaldırılmasına ilkesel olarak bir eleştiri getirilemez.

Ancak, sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge sorununu çözmek yerine, KDV’nin kalbi olan indirim ve iade mekanizmasını dinamitlemek ve mülkiyet hakkını ihlal etmek, kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi’nin (K.1989/42) ifadesiyle; “Yasal düzenlemelerin Cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi olan “hukuk devleti” ilkesine uygun olması kaçınılmaz bir zorunluluktur…

Hukukun üstünlüğünü, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı amaçlamayan, Anayasa’nın öncelik ve bağlayıcılığını gözetmeyen, hukukun evrensel kurallarına saygılı olmayan, adaletli bir düzeni gerçekleştirmeyen, kişilere değer vermeyen, çağdaş kurum ve kurallarla uyum sağlamayan devletin hukuk, devleti olduğundan söz edilemez. Yetkilerle güçlendirilen devlet, vergilendirme konusunda gerekli düzenlemeleri gerçekleştirirken de hak ve özgürlükleri özenle koruyacak, devlete kaynak sağlamak amacıyla hukuksal ilkelerin yıpranıp yıkılmasına duyarsız kalmayacaktır.

Gelir elde edilmesi amacıyla hukuk devleti niteliklerinden vazgeçilemez…, Yasakoyucunun, bu ilkelere uygun vergi yasalarım gerçekleştirmesi zorunludur. ” Son söz: Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek, 7524 SK’nın “vatandaşa yük getirmediği” konusunda genel olarak haklı. Ancak, çok kazanandan çok az kazanandan az vergi alan bir sisteme ulaşmak için gidilecek daha çok yol var.

Tüm yazılarını göster