Bilimin uç noktaları, "kabullenilmeyi" bekleyen kanıt yığınlar

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Elimden geldiği kadar çok okumama ve belli bir sistematik içerisinde yeniden anlamaya çalışmama karşılık, cevabını (henüz) bulamadığım pek çok kavram söz konusu. Bunların bir kısmının Batı tıbbında hemen hiç karşılığı bulunmamakta, ancak garip bir biçimde sadece adlandırmada (nomenklatur) kalmış izleriyle karşılaşıyorum. Bu öylesine garip bir duygu ki (gelecek haftalarda örnekleriyle anlatacağım), bugünkü veriler ışığında da aynı noktaya varıldığı için, bir şeyler sanki zamanında biliniyormuş da sonra birden unutulmuş gibi görünüyor. Doğu tıbbında yer alan çakralar ve meridyenler bunun örnekleridir. Çakra, Hint felsefesi ve bazı ilgili Asya kültürlerinde, insan vücudunda bulunan metafiziksel ve/veya biyofiziksel enerjinin bağlantı noktası olarak kabul ediliyor. Aslında "tekerlek ya da dönüş" anlamına gelen Sanskritçe bir kelime (olasılıkla çıkrık kelimesi ile de benzerlik gösterir). Buna göre omurga üzerinde en üstteki başın üzerinde yer alan tepe çakrası, en alttaki pelvis (leğen) içerisinde yer alan kök çakrası olmak üzere başlıca yedi çarka tanımlanmış. Çin tıbbında yer alan meridyenler ise enerji hatları olarak biliniyor ve akupunktur uygulamasının temelini oluşturuyor. İnsan vücudunda tanımlanmış 12 meridyen hattı olduğu ve bunların her birinin bir organa karşılık geldiği kabul ediliyor. İşin garip yanı, Batı tıbbının bazı kavramları (örneğin organ ağrılarının yansımaları, cilt üzeri uyaranların ortaya çıkardığı yansımalar) ancak meridyen kavramıyla açıklanabilmektedir. Dolayısıyla her iki tıp nosyonu uzak gibi görünseler de birbiriyle örtüşmekte.

Görünmeyenin bir başka örneği Kirlian fotoğraf tekniği

Madem konu buraya geldi, mistik öğretilerde tanımlanan bazı kavramları da gözden geçirelim. Bu kavramlardan biri Doğu tıbbında eterik beden olarak adlandırılan, biyolojik sistemde gözle görülemeyen enerji bedenidir. Eterik bedeni gösteren herhangi bir yöntem bulunmamakta, ancak olası bir karşılığı Kirlian fotoğrafçılığı denen teknikle alınabilen görüntülerdir. Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla nesneleri görüntülemeyi amaçlayan bir "elektrografik" fotoğrafçılık tekniğidir. Bu şekilde alınan görüntülerin, gözle görünen fiziksel görüntülerden farklı olduğu bildirilmekte. Ancak işin daha ilginç yanı şu ki, bir yaprağın görüntüsünü aldığınızda, yaprağın bir parçasını kopartsanız bile görüntü tam çıkıyor. Benzer şekilde, bir metal anahtarı çektiğinizde elde ettiğiniz görüntü, çekim öncesi biri anahtara dokunursa değişiyor. Yöntemi geliştiren Kirlian çifti, söz konusu fotoğrafların yaşayan her şeyin muhtevasında "yaşam gücü" bulunduğunun ya da "aura"nın varlığının fiziksel kanıtı olduğunu belirtip, "aura" denen tanımın böylelikle kanıtlamış olduğunu belirtiyor. Yöntemin insan vücudundaki akupunktur noktalarını işaret edebildiği de ileri sürülmekte.

Ortodoks bilim kuşkusuz Kirlian tekniğini ve canlıların auraları (vücutlarından yayılan bir cins alan) olduğunu kabul etmese de araştırma yapanlar bulunmakta. Ancak doğada gözlemlediğimiz örneklere baktığımızda aura kavramının tamamen dışlanması mümkün görünmüyor. Bunun en açık örneği, kertenkelelerin bir tehlike sonrasında bıraktıkları kuyruklarının yerine benzer görünümlü yenisinin çıkabilmesi. Bu yeni kuyruk yapısal olarak eski kuyruktan farklı, ama görünüş olarak aynıdır. Dolayısıyla kuyruğun yeniden uzaması anlaşılabilse de, önceden var olan formu (taslak) nasıl tamamladığı ancak bu bakış açısıyla açıklanabiliyor. Nitekim aynı yaklaşım biyolog Rupert Sheldrake'in morfik alanlar olarak tanımladığı biçimi meydana getiren gözle görülemeyen taslaklar için de geçerlidir. Sheldrake Cambridge Üniversitesi biyoloji ve Harvard Üniversitesi felsefe bölümlerinden mezun, Royal Society'de araştırma üyeliği ve Cambridge Clare College'de biyokimya ve hücre biyolojisi bölüm başkanlığı yapmış bir bilim adamı. Tamamen katıldığım üzere, bu taslaklar embriyonun gelişimi açısından DNA'dan çok daha fazla açıklayıcılar, zira DNA'da "kulak geni, burun geni" gibi "motor parçası" şeklinde alanların olmadığını artık biliyoruz. O halde biçimin oluşumunu açıklamak için farklı bir bakış açısına yönelmek gerekiyor.

Sorun kanıt eksikliği değil, kabullenme tutukluğu

Bütün bunları anlatmamın nedeni, biyolojiye ve tıbba akla dayalı başka bakış biçimlerinin de bulunduğunu göstermek. Bu yöntemlere her zaman başvurulmuyor, ancak mevcut veriler dikkatle gözden geçirilirse, akla son derece yakın oldukları ortaya çıkıyor. Kirlian fotoğrafçılığı için söz konusu olduğu üzere, ortada gözle görünür (aşikar) fiziksel etkiler mevcut, mesele bunların nasıl açıklanacağında. Sheldrake kuş sürülerinin uçarken oluşturdukları düzenli yapıyı, yani bir kez bile olsun çarpışmamalarını benzer mantıkla açıklıyor. Oysa öyle ya da böyle, bilim bile yeni bakış açılarına karşı tutuktur (manyetik alan tanınmadan önce de olasılıkla aynı süreç yaşanmıştı, gözle görülmeyen bir etki insanlarda öncelikle büyü kavramını çağrıştırır). Dolayısıyla sorun kanıt eksiği değildir, kabullenme güçlüğüdür. Çünkü bu kabullenmelere gidilirse, öncesinde oluşturulan verilerin bütününün gözden geçirilmesini gerekli kılacak kadar derin bir değişlik ortaya çıkıyor, yani paradigma değişiyor. Bu kadar derin değişikliğe hiçbir bilim dalının kolay kolay dayanması mümkün değil, dolayısıyla mecburen eski kabullenme sürdürülüyor.

Kaynaklar: Sheldrake R. Yeni Bir Yaşam Bilimi, Morfik Rezonans Hipotezi. Ege Meta Yayınları, 2001. Kenyon JD. Yasak Bilim, Tarihöncesi Teknolojiler, Dünyadışı Müdahaleler ve Medeniyetin Gizli Kökenleri, Klan Yayınları, 2010.

Tüm yazılarını göster