Beşiktaş ve Çek ekolü üzerine düşünceler

Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

SPOR ANALİZ / Cem Top Ülkemiz futbolu, bir sinüs eğrisi gibi dönem dönem çeşitli ekoller üzerinde sörf yapan, kimi zaman kimlik bunalımından muzdarip kimi zaman da "Avrupa'nın Brezilya'sıyız!" nidalarıyla devam ettiği yolculuğunun yeni dönüm noktasını 7 Haziran'da başlayacak Euro 2008 olarak belirlemiş durumda. 2002'de omuzlarımıza taktığımız "Dünya Üçüncülüğü" apoletinin forsu; Euro 2004 ve 2006 Dünya Kupası'nı ıskalamamızdan sonra sönmeye yüz tuttu. 2000 yılında UEFA Kupası'nı kaldıran Galatasaray takımı iskelet kabul edilerek o ekip üzerine inşa edilen milli takım hepimizin göğsünü kabartmayı başarmıştı. Şimdilerde ise her futbolsever parmak hesabıyla Çek Cumhuriyeti, Portekiz ve İsviçre'nin bulunduğu gruptan sıyrılmanın formülünü arıyor. Aslında bu yazıya düşünsel kaynak teşkil eden gelişmeler, hafta içinde Beşiktaş'ın Çek futbolcular Tomas Zapotocny ve Tomas Sivok'la anlaşma sağladığını kamuoyuna duyurması oldu. Bu haberlere ek olarak, sol bek mevkii için düşünülen ismin bir başka Çek Michal Kadlec olması da ilginç. Her ne kadar Slovakya vatandaşı olsa da aynı ekolün meyvesi Filip Holosko'yu da "elde var bir" hesabıyla bu isimlere eklersek ortaya çıkan tablo "tesadüften öte" bir stratejiyi çağrıştırır gibi. İnsanın "Oldu olacak sağ beke de Çek Pospech ya da Slovak Krajcik'i alın" diyeceği geliyor değil mi? 80'lerin başında futbolumuzda esmeye başlayan "Yugoslav fırtınası" dineli çok oluyor. Şekerbegoviç'ten Kovaçeviç'e Lukovcan'dan Prekazi'ye uzanan bu yolculuk bir döneme damga vurmuş, takımların şampiyonluk şansları kadrodaki Yugoslavlar'ın sayısıyla doğru orantılı ölçülür hale gelmişti. Her ne kadar 90'ların ortalarına doğru "tu kaka" olsalar da bu dönemde biz futbolseverler Kovaçeviç'i, Simoviç'i, Prekazi'yi izleme imkânı bulmaktan hiç şikâyetçi olmadık. Yugoslavlar'ın Türk futbol sahnesinden yavaş yavaş çekilmeye başladığı dönemde Türk futbolunun iki kurt yöneticisi İlhan Cavcav ve Celal Doğan bir Afrikalı rüzgarı estirmeye başladılar. Andre Kona'ların, Mususi'lerin, Coulibaly, Komphela, Okocha ve Amokachi'lerin sahne aldığı bu sürecin de futbolumuzda oldukça derin izler bıraktığını söyleyebiliriz. Kona'nın geçirdiği ciddi beyin sarsıntısı Türk futbol kamuoyunu da sarsmış, Mususi'nin güçlü fiziğini kullanması belki de bugünkü "yıpratıcı santrfor" deyiminin temellerini atmıştı. Komphela oynadığı futbolla olmasa da seyircide yarattığı sempatiyle gönülleri fethetmeyi başarmıştı. O yıllarda her futbolsever biliyordu ki, Fernand Coulibaly'e boş alan bırakmak demek, takımca intihar etmek demekti. Ya Okocha'nın öldürücü ara pasları? Daniel Amokachi'nin "kara tren" lakabını alışı? Bir dönem futbolunu "seyre değer" kılan bu ve benzer isimler değiller miydi? Bugün hâlâ kimi takımlarımızın kadrolarında Afrikalı oyuncular olsa da bu rüzgârın artık eskisi kadar güçlü esmediği malum. Artık moda Brezilyalılar! Bu ekolün en başarılı uyarlaması ise Fenerbahçe'de. Son beş yılda lige ciddi biçimde ağırlık koyan Fenerbahçe'nin Brezilya ağırlıklı Güney Amerika ekolünden başarılı bir takım yarattığını inkâr edebilir misiniz? Ayrıca ligimizdeki hemen her takımda bir Brezilyalı'nın oluşu da bu ekolün ağırlığını iyiden iyiye hissetmemizi sağlıyor. Yazının başına dönecek olursak; son dönemde basında yer alan transfer haberleri gösteriyor ki, Beşiktaş yeni sezonda Fenerbahçe'nin karşısına bir "antidot" çıkarmaya hazırlanıyor. Aslına bakarsanız Beşiktaş'ın bu hamlesi ilk deneme değil. Michal Meduna, Petr Johana, Lucas Zelenka ve Filip Holosko gibi isimlerle bu ekolü Ersun Yanal yönetimindeki V. Manisaspor'un denediğini biliyoruz. Manisaspor'un dikkat çekici çıkışı ve yıldırım hızıyla düşüşünde bu denemenin bir payı var mıdır bilinmez ancak Çek futbolcuların Avrupa'nın çok ciddi liglerinde büyük paralarla futbol oynadığı düşünülecek olursa, problemin kaynağını başka yerde aramak gerekebilir. Üstelik "Brezilya ekolü" karşısına "Çek ekolü" ile çıkmanın dayandırılabileceği başka veriler de var. Malum olduğu üzere FIFA sürekli güncellediği dünya klasmanını her ay açıklıyor. Bu değerlendirmede Brezilya'nın ezici bir ağırlığı olduğunu sanıyorum belirtmeye gerek yok. Ağustos 1993'te 8. sıraya düşmesinden bu yana sambacılar neredeyse hiç ilk üç sıranın dışına çıkmadılar. Üstelik bu sürenin büyük kısmında da birinci sırada olmayı başardılar. Mayıs 2008 itibariyle de bu sıralamada Brezilya ikinci, Çek Cumhuriyeti ise altıncı durumda bulunuyor. Çekler Brezilya'nın dünya futbolunun zirvesine kurulduğu dönem içinde 1999-2000 ve 2005-2006 yılları arasında çeşitli sürelerle Brezilya'nın zirvedeki partneri olmayı başardılar. Aralık 1999-Nisan 2000 ve Kasım 2005-Haziran 2006 arasındaki dönemlerde FIFA sıralamasına göre dünyanın en iyi takımı Brezilya iken, ikinci de Çek Cumhuriyeti idi. Bu açıdan bakıldığında Çek futbolunun da kendisine özgü ekolü gayet başarılı biçimde temsil ettiği görülüyor. Hali hazırdaki sıralamada ilk altı ülkenin Arjantin, Brezilya, İtalya, İspanya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti olduğunu göz önünde bulundurmak aynı zamanda transferlerde gözetilen fiyat/performans oranına ilişkin ipuçları içerebilir. Söz konusu ülke futbollarından kalburüstü isimleri Türkiye'ye getirmek konu olduğunda sanıyorum en az zorlanacağınız ülke Çek Cumhuriyeti olur. Bu da Beşiktaş açısından mantıklı bir yaklaşım gibi görünüyor. Sonuç itibariyle, Yıldırım Demirören yönetimindeki yılları hovardaca harcayan, transferde har vurup harman savuran siyah-beyazlıların bu kez hiç olmazsa bir temel stratejinin peşinden gittiklerini söyleyebiliriz. Beşiktaş'ı bu stratejiye götüren başlıca neden sütten ağızların yanması mı, Holosko'dan beklenen verimin alınması mı, Manisaspor örneği mi yoksa yukarıda yaptığımız açılımın Akaretler'de tartışılması mı bilmiyoruz. Ancak kesin olan bir şey var ki, o da yönetimin bu kez daha akılcı adımlar atacağı yönünde çeşitli sinyaller verdiği. Ricardinho, Diatta, Gordon, Higuain gibi fiyaskolardan sonra yeni bir transfer politikasının benimsenmesi aslına bakarsanız Yıldırım Demirören yönetimi için "köprüden önce son çıkış" anlamını taşıyor. Beşiktaş yönetimi bu çıkışı da kaçırır ve artık alışkanlık halini almaya başlayan transfer yanlışlarından dönmezse yeni sezon siyah-beyazlı camiada köklü değişimleri de beraberinde getirir. "En azından şu ana kadar transferde Fenerbahçe'li ya da Galatasaray'lı bir futbolcunun adının geçmemiş olmasından mutlu olan Beşiktaş'lılar bile var" desem inanır mısınız? Bence inanın çünkü "Biz sevinmek için sevmedik" diyerek takımına sarılan taraftar bu sezonu da tırnaklarını kemirerek geçirmek istemiyor. Teknik heyet ve yönetimden istedikleri tek şey var: Yeni sezonda "Kara Kartal" lakabını hak eden bir takımı izleyebilmek. Haftanın Olayı (UEFA Kupası Rusya'ya gitti) Rusya'daki futbol elçimiz Fatih Tekke'nin de forma giydiği UEFA Kupası finalinde, İskoç temsilcisi Glasgow Rangers'ı Denisov ve Zyrianov'un golleriyle 2-0 mağlup eden Zenit, kupanın sahibi oldu. Maç genelinde topa daha çok sahip olan, golü düşünen ve rakibi üzerinde baskı kurmayı başaran Rus temsilcisi, Rangers defansını aşma konusunda bir hayli zorlandıysa da 72'de Andrei Arshavin'in akıl dolu ara pasını iyi değerlendiren Denisov'un golü bahsettiğimiz kilidi çözdü. Golden sonra skoru eşitleme çabasıyla defansında riskler almaya başlayan Rangers bulduğu az sayıdaki fırsatı değerlendiremeyince 90+4'te ani gelişen Zenit St. Petersburg atağına teslim olarak finali kaybetti. Bu dakikada Zyrianov'un kaydettiği golün asistini yapan ise milli futbolcumuz Fatih Tekke idi. Geçtiğimiz sezon 23 yıl ara verdiği Rusya şampiyonluğuna yeniden ulaşan mavi beyazlı takım, bu sezonu da "UEFA Kupası Şampiyonu" olarak kapayarak uzun süreli bir çalışmanın eseri sayılabilecek iki önemli zaferi birden elde etti. Şüphesiz ki bu başarıya giden yolda Vladimir Putin'in katkıları yadsınamaz. Rusya'da ekonomik kriz yıllarını hep rekabet halinde olduğu Moskova ekipleri karşısında "ezilerek" geçiren Zenit, St. Petersburg doğumlu Vladimir Vladimirovich Putin'in Mart 2000'de Rusya Devlet Başkanı seçilmesiyle birlikte ekonomik darboğazdan kurtuldu. Hiç kuşku yok ki, bu finansal ferahlamada dünyanın en büyük gaz ve petrol şirketi olan Gazprom'un Zenith'e sponsor olmasının/yapılmasının rolü büyüktü. Ancak her şeye rağmen geleceğe dönük planlı hamleler yapan ve yıldız yabancılar almaktansa altyapıdan kendi yıldızlarını çıkarma gayesindeki Zenit son dönemdeki başarısıyla alkışı hak ediyor. Futbol Aforizma "1987'de Stuttgart formasıyla Bayern Münih'e bir röveşata golü attım ve hayatım değişti." Jurgen Klinsmann "Liverpool'un futbolcusu olmak aynı zamanda tarihe mal olmaktır." Craig Bellamy

Tüm yazılarını göster