Belirsizlik sonrasında kazanmanın yolu

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Şimdiye kadar ki gelişmeler, son G-20 toplantısı da dahil, kriz sonrası yeniden şekillenecek ekonomik düzenin iskeletinin nasıl olacağına dair bir kestirimde bulunmamıza imkan vermiyor. Ancak şurası belli ki, sanıldığının aksine, gelişmekte olan ülkelerin otomatik olarak kazançlı çıkacağı bir süreç sözkonusu değil. Bunların içinden hangilerinin kriz öncesine oranla daha iyi bir konuma ulaşacağı, uzunca sürecek bu belirsizlik dönemini ne kadar iyi değerlendireceklerine bağlı. Aslında aynı şey gelişmiş ülkeler grubu için de geçerli; onlarında bir bölümü, geçirdikleri sarsıntıya rağmen, teknolojik güçleri ve temkinli stratejileri sayesinde, sürecin sonunda kazançlı çıkabilir. Bu arada küresel karar mekanizmalarında, sözgelişi G-20 ve IMF'de ağırlığın hala kendilerinde olmasından da yararlanarak…

Edilgen gruptan ayrışmak zor

İşin gerçeği şu ki, batının egemenliğindeki küresel finans sisteminin geçirdiği derin bunalım, dünya ekonomik düzeninde daha köklü bir güç kayması olduğu yolundaki yorumlarda bazen abartıya yol açıyor. Gerçi özellikle nüfus dağılımı yönünden açık üstünlükleri dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin öneminin arttığı kesin. Devasa büyüme potansiyelleri nedeniyle sermaye akımları, düşük işgücü maliyetleri nedeniyle üretim süreçleri için büyük cazibe taşıdıkları da doğru. Ancak bu, sözkonusu ülkelerin fert başına gelir ya da kısaca refah düzeylerinin büyük bir hızla artacağı anlamına gelmeyebilir.

Gerçekten, bu ülkelerin çoğu, teknoloji üretme kapasiteleri ve şirket ölçeklerinin küçüklüğü nedeniyle kontrolleri dışındaki küresel hareketlere fazlasıyla bağımlı ve kendi dinamiklerine yaslanan büyüme modeli oluşturma gücünden yoksun görünüyorlar. Bu eksiklerini stratejik bir çabayla gidermedikleri sürece de küresel koşullar uygun ve likidite bol olduğu zaman ekonomik canlılık ve varlık fiyatlarında yükselme, tersi durumlarda ise durgunluk ve/veya kriz yaşayacaklar.

İlk on vizyonu ve dönüşüm

Aslına bakılırsa bizim için işlerin iyi gittiği zamanlarda yazılıp çizilenlere bakarsak da bu durumu anlayabiliyoruz. Türkiye'nin büyük çıkışta olduğunu, hatta dünyanın 10 ekonomisi arasına yakında gireceğini söyleyenlerin çoğunlukla ülkenin canlı iç pazarına mal satan küresel şirketler olması şaşırtıcı değil. Bu canlılık ve büyümenin ne kadar sürdürülebilir, bunu destekleyecek iç dinamiklerin ne derece güçlü olduğu doğal olarak onların önceliği de değil.

Kaldı ki yeri geldiğinde telaffuzundan hoşlandığımız bu "ilk on arasına girme" vizyonunun salt nüfus kriteriyle gerçekleşmesinin imkansız olduğunu, bunun için kişi başına geliri büyük ölçüde yükselterek katlamamız gerektiğini biliyoruz. Böylesine güçlü ve sürekli bir büyümenin alt yapısını oluşturamadığımız, son on yılda olduğu gibi bazı ümit verici başarılara rağmen ekonomik yapımızın temellerini köklü bir şekilde dönüştüremediğimiz ise ortada.

Ne yeni yeni farkına vardığımız arge'ye ayırdığımız kaynakları diğerleriyle aramızdaki açığı onlarca yıl gecikmeyi telafi edecek bir düzeye çıkarabiliyor, ne de girişimcilik dinamiğini destekleyecek mekanizmaları hızlandırabiliyoruz. Aylar önce program daha yayınlanmadan tereddütlerimi belirttiğim ve girişimci sermayesi ile iş geliştirilmesini konu alan "Dragons' Den" adlı televizyon programının Türkiye versiyonunu izleyenler, bu konudaki toplumsal birikimimizin yetersizliğini üzülerek farketmişlerdir. Aynı şekilde sınırlı sayıdaki doğal üstünlüklerimizden biri olabilecek tarım alanındaki politika kısırlığı da bir başka örnek.

İnsan sermayesini geliştirmeliyiz

Üstelik katedilecek mesafenin uzunluğunu ikide bir hatırlatan bir dizi uluslararası endeks de can sıkıyor. Bunlara bu hafta bir yenisi eklendi. "Legatum Institute" adlı düşünce kuruluşunun yayınladığı ve ekonomi girişimcilik, kamu yönetimi, fırsat eşitliği, özgürlük, kişisel ve ruhsal güvenlik gibi pek çok kriterleri ve algılamayı içren 2010 yılı refah endeksi'nde Türkiye, 110 ülke arasında 80 inci sırada yer aldı.

İlginç olan şu ki ekonomi ve kamu yönetimi ile ilgili kriterlerde ilk 50'ye yaklaşmamıza karşın sosyal sermaye, eğitim ve kişisel güvenlik konularında çok yetersiz ve huzursuz bir toplum görünümü veriyoruz.

Bizi geleceğin yıldız adayları arasına sokan temel avantajımız genç ve dinamik insan kaynağımız ama insanımızın donanımını ve özgüvenini yükseltecek bir yol haritasını çizmek için pek acele etmiyoruz. Oysa yön arayan fonlara ulaşmak ve sermaye piyasamızı sığlıktan kurtarmak için nasıl halka arz seferberliği başlatıyorsak, insan sermayemizi en büyük rekabet avantajı haline getirecek eğitim seferberliğini de bir an önce başlatmalıyız.

Tüm yazılarını göster