Beklemek ve ummak sona ermeli...

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Bir kez daha yollara düştüm... Nereye? İstanbul'da o güne kadar ayak basmadığım bir başka ilçeye... Bir başka hayata... Annemin o uzun yolculuğa çıktığı geçen yıl, yani onun ardından ben o yuvarlak yaşa basmıştım ve kararlar vermek zorundaydım.

Galata Kulesi'nin dibindeki. onunla aynı manzaraya sahip 1870 tarihli o muhteşem, ama küçücük daireden çıkmalı, kocaman bir yere geçip kitaplarımla yaşamalı, çalışmalıydım. Sokak hayatımı sona erdirmeliydim...

Önce hayallerini kurdum, sonra da başardım...

Artık şöminenin başında daha çok okuyor ve  adaları seyrettiğim masamda yazıyordum...

Oğlak Yayınları'ndan çıkan "Beklemek ve Ummak" geldi geçtiğimiz güz aylarında...

Bir kitap daha hayal ediyordum önümüzdeki sonbaharda basılacak...

Her şey çalışmam için uygundu...

Derken durmayan yağmurlar başladı...

Sokakta, pencerelerin dışında değil yalnızca, evin içinde de!

Ara kattaki dairenin tavanı, dış cephedeki sıva çatlaklarından su alıyordu... Hem de yatak odamdan...

Tavandan gelen yoğun bir küf kokusu sardı evi, gündüzleri oda balkonunun kapısını açık bırakmam bile fayda etmiyor, gece kokudan zor soluk alıyordum...

Ustalar geldi, içeriden onarmak mümkün değildi; dışarıya iskele kurup mantolama yapmak gerikiyordu; yağmurların bitmesini beklemek lâzımdı...

Ama yağmurlar bitmedi, bitmiyor...

Koku arttı...

Benim için o çok sevdiğim evden gitmekten başka bir çare kalmadı...

Çok uzun yıllar oturmayı plânladığım o daireden ilk yıl kira sözleşmemin bitişine on beş gün kala, istemeye istemeye gittim...

Arkadaşları, yandaki meteorolojinin arsasında kazılan dev çukurda oluşan göllerde yaşayan martılar, ağaçlardaki kargalar öksüz kaldılar...

Bir gün içinde yeni evimi buldum...

Kısa sürede de taşındım...

Yeni evde, yemyeşil bahçeye bakarak yazıyorum bu sözcükleri...

Balkondaki limon ağacım, asmam, zeytinim, zakkumum, bütün çiçeklerim; kış uykusundaki kaplumbağam Riva o kadar memnunlar ki... Hatta, neler oluyor diye kafasını topraktan yorganından çıkarıp bir ara baktı bile...

Hepsi bahçede, ait olmaları gereken yerde, toprağın üzerindeler...

Ben de yağmura, çamura aldırmadan ilk gün yalınayak çıktım bahçeye ve toprağın, o huzur verici, elektriği alıcı tadını yaşadım, unuttuğum duyguları anımsadım...

Taşınmanın o müthiş dağınıklığı henüz toparlanmadı, ama bu kez Galata'nın, ona hiç benzemeyen Selamiçeşme'nin düzenlerinden çok farklı, bu eve uygun bir tertip oluşturmaya çalışıyorum...

Çok uzun yıllar geçti; başlangıca, Fatih'te doğduğum bahçeli eve bu kez Sancaktepe'de döndüm...

Evet, Çekmeköy'ün bir ötesinde, Sancaktepe'deyim...

Korkunç bir iş yoğunluğu bekliyor beni...

Taşınma öncesinden de ağır...

Meselâ, onlarca kitap kolisi raflara yerleşti, ama düzenlenmesi gerekiyor...

Sayıları her geçen gün artan kitaplar, hayatın biriktirdikleri, seyahatlerimden aldığım minik objeler benim şefkat göstermem için sabırsızlanıyorlar...

Bir kaygıları olduğunu da hissetmiyor değilim:

Yeşillikler içindeki bu evde bahçe daha mı öncelikli olacak?

Yuvarlak seneler de geçiyor... Hayat, belli bir yaştan sonra daha mı hızlı ilerliyor ne?

Kalan süreyi bir senfoni gibi yaşamak istiyorum, inen ve çıkan bölümlerine, kreşendolarına razı... Ama bir senfoni tadında...

Bir başlangıç olmalı bu taşınma...

Beklemek ve ummak yılları artık son ermeli!

Yaşanmalı...

Evet, yaşanmalı...

Tüm yazılarını göster