Basit açıklamalar tercih edilmemeli

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Toplumumuzun geleceği açısından değerli bulduğum bazı kuruluş ve kurumların yöneticilerinin medya açıklamalarından bir arşiv oluşturuyorum. Amacım, gerçek ile illüzyon yaratma eğilimlerini ortaya koyabilecek bir veri bazı yaratma. Zaman içinde açıklamaların birbirini bütünleyen ve çelişen yönlerini ortaya koyarak, en şeffaf ortamlarda "...hesap verebilir olma" konusuna küçük de olsa bir katkım olsun istiyorum.

Kendi deneyim ve birikimlerimiz "genelleme yapma hakkı" tanır ama; insanların kendi ağızlarından çıkan ve yalanlamadıkları bilgileri ayrıntıda analiz ederek genellemelerimize katarsak güvenirlilik artar.

Önce bir temel ilkeyi anımsayalım: Yaşadığımız yüzyılın seçkin dahilerinden biri olan S.Hawking, "…gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelinizin varsayımlarını değiştirirseniz, gerçekliğiniz de değişir" diyor.

Bizim gerçekliğimiz ile açıklama yapanların gerçekliğini karşılaştırmak için, zaman içinde düşüncelerde ve o düşüncelerin dayandığı ölçü ve gerekçelerde değişmelerin izlenmesi ve karşılaştırılması gerekiyor.

Şimdiye kadar yaptığım derlemelerin ön-analizinden çıkardığımız derslerden birini Şlomo Brom çok net bir şekilde dile getirdi. İsrail'de emekli bir tuğgeneral olan, halen aktif araştırmacılığını sürdüren Brom, Ha'aaretz İngilizce baskısında yayınlanan Radikal Gazetesi'nin dilimize aktardığı makalesinin girişinde şöyle diyor:

"Biz İsrailler dünyanın en ileri devletinden birine mensup olduğumuza inansak da, karmaşık ve derin alanlardan kaçıp basit izahları tercih ediyoruz. İşte bu yüzden sözgelimi İsrail-Filistin ihtilafını 'ortada Filistinli bir muhatap' bulamadığımız için çözemediğimizi iddia ediyoruz. Oysa gerçek soru, şu anda sahip olduğumuz muhatabı şaşırtıcı bir kararlılıkla yok etmek yerine, onu nasıl geliştireceğimiz olmalı."

Açıklamaların çoğunluğunda, eğilimleri ortaya çıkarma, açık ortamda olumsuz olsa bile gelişmelerle yüzleşme yerine ilkesiz gizlilik öne çıkıyor; iş yaşamı sanki tornistanı olmayan gemiymiş gibi, hep ileriye doğru gidişler anlatılıyor: Yaratılan istihdama vurgu yapılıyor. Nedense, çok büyük bir çoğunluk öngörülen potansiyelin ne olduğuna hiç gönderme yapmıyor. Öngörülen potansiyelin ne kadarına ulaşıldığı açıklanmıyor. Yapılan yatırımlarda makine-donanım seçiminden, randımanlı işletme dönemlerine geçiş aşamasına kadar ne gibi hatalar yapıldığının üzerinde durmuyor. Kişi başına yaratılan ciro ve katma değerdeki gelişmeleri açıklama gündemine yerleşmiyor. Aynı dönemde, rakiplerin ve benzer diğer firmaların büyümesi ile karşılaştırmalardan sakınılıyor. İnsan kaynağında niteliksel gelişme için yapılan yatırımlar ve alınan sonuçların analizi pek çok açıklamada yer bulamıyor..

İlkelerden söz yok

Açıklamaları basitleştiren başka bir etken ilkelerden söz edenlerin azınlıkta olması. Oysa ilkeler kalelerinizdir; işletme kültürü de yöneticilerin halkla ilişkiler bağlamında güdümlendirilmiş açıklamalarından belli olmaz. Hatta şirketlerin raporları, işletmenin çeşitli yerlerine astıkları sloganlar da kültürün belirleyicisi değildir. İşyeri kültürü, işyeri içinde ve dışta yapılan tartışmaların özgürlüğünün derecesi ile ölçülür.

İlkeler işyerlerinin sabitlerini oluşturur. Bir yöneticinin iyi bir yönetim gösterip göstermediğini anlamak için ilkelerine bakmalıyız. Örneğin bizim Şişecam'da çalıştığımız dönemde iş yaparken kendimize çizdiğimiz ilkelerden biri şöyleydi: "…çalıştığın yer bir aile şirketi, bir patron kuruluşu ise orada paranın nasıl harcandığı konusunda söz hakkınız sınırlı olabilir.Ama, halka açık çok ortaklı bir şirkette "emanetçi" iseniz, sorumluluğunuz çok farklılaşır. Kolektif mülkiyetlerde kimseye "…elinizi üzerimizden çekin" deme hakkımız da yoktur; lüksümüz de…Her an, her ortamda yaptıklarımızın sorgulanmasına, hesap verebilir olmaya hazır olmalıyız …" Bu ilkeyi çok sayıda raporda, yazılı metinde ve belgede bulabilirsiniz. Daha da önemlisi yaşama aktarıldığını gözlemlersiniz…İnancım odur ki, öylesine özgür tartışmalar şirketin gidişatı üzerinde derin alanlara inme fırsatı yaratıyordu; ortak aklın gücünü ortaya koyuyordu.Daha 1980'lı yılların sonlarında, "…ekonomik suç" kavramını yaygın katılımlı ortamlarda tartışabiliyorduk. Bu özgür tartışmaları ülkenin bütün işyerlerine yaygınlaştırma zamanı geldi; geçiyor bile….

Medya Şlomo Brom'un anlattığı gibi, "…derin alanlardan kaçıp basit izahlara" sığınanların oyununu bozabilmelidir… O zaman "verimlilik" düzeyi yükselir; rekabet gücü artar, ülkenin refahı özlenen yere gelir…

Tüm yazılarını göster