Başbakan en sakin konuşmasını yapıyordu ki...

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Son dönemde partisinin ilçe kongrelerinde daha çok siyasi içerikli ve sert bir üslup kullanarak konuşmalar yapan, zaman zaman ekonomiye de değinen Başbakan Erdoğan, bu kez konusu yalnızca ekonomi olan bir basın toplantısında medya mensuplarının karşısına çıktı. Tüm dünyayı saran krizin bizi nasıl etkileyeceğine kafa yoruyordu herkes ve böyle bir ortamda Başbakan'ın ekonomi konulu basın toplantısı düzenlemesi önemliydi. Çünkü son dönemde siyaset çok gerilmiş; iktidar ve muhalefet önce Ergenekon konusunda kapışmış, ardından Deniz Feneri davası patlak vermişti. Karşılıklı suçlamalar gırla gidiyordu. Tüm dünya ekonomik krizden nasıl çıkabileceğini tartışırken, içeride gündem tümüyle farklıydı. 

İşte böyle bir ortamda düzenleniyordu ekonomi konulu basın toplantısı. Başbakan Erdoğan, yanına Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ı da almıştı. Karşısında partililer olmadığı için midir, yoksa ekonomi dışındaki konulara girmeyeceğini baştan belirttiği için midir bilinmez, Başbakan sakin sakin konuşuyordu, çünkü polemiğe yol açabilecek bir konu yoktu. Ama Erdoğan, konuşmasını bitirip sorulara yanıtlamaya başladığında birden sinirlendi. Reuters Haber Ajansı'ndan Hıdır Göktaş, Başbakan'a "Vergi ve SSK priminde kayıp ve kaçaklar var. Bu milli haklardan hırsızlıktır" sözünü anımsatıp, son dönemdeki yolsuzluk tartışmalarının neresinde olduğunu ve bu konuda ne yapmayı düşündüğünü sormuştu. İşte Başbakan son dönemin en sakin konuşmasını yapmaktayken, bu soru üzerine birden sinirleniverdi. "Siyasi polemik adına soru sorarsanız bu bizi üzer" diyordu Başbakan. Mesaj alınmış, Deniz Feneri'nin kastedildiği tabii ki anlaşılmıştı. Başbakan, "Arızi ve ülkemde olmayan olayları buraya getirip koymayınız" diye devam ediyordu. Sonra da ülke ekonomisinin nasıl ve hangi rakam düzeyinde devralındığı, nereye getirildiği anlatılıyordu Başbakan tarafından. Ama anlaşılan Başbakan Erdoğan, hangi rakamı nerede kullandığını biraz karıştırmış gibiydi. Çünkü, "Konuşmamda belirttiğim gibi" dediği, 2002 yılında 230 milyar dolar olar GSYH'nin 2007'de 657 milyar dolara çıktığına aslında konuşması sırasında değinmemişti ki. O rakamları özellikle AKP'nin ilçe kongrelerinde çokça duymuş ve partililerden nasıl alkış aldığını izlemiştik. Başbakan da orada değindiği rakama basın toplantısında yer verdiğini sanmıştı anlaşılan.

GSYH'nin, buna bağlı olarak kişi başına gelirin büyümesi iyi de, dolar bazındaki bu büyümede Türk parasının değerini tümüyle göz ardı edebilir miyiz? Rakamların bir de bu boyutu var. TL, Merkez Bankası'nın reel efektif döviz kuru hesabına göre 2007 itibariyle 2002'ye göre yüzde 40 değerli. Bu köpük alındığında 2007 için GSYH 469 milyar dolara iniyor.

Mortgage etkisi

Başbakan Erdoğan basın toplantısında ABD'deki sorunların temelini oluşturan mortgage konusuna değinirken, "Mortgage hamdolsun Türkiye'de görülmedi" dedi. Toplantıyı izleyen basın mensupları biraz şaşkın birbirlerine baktılar; "Türkiye'de mortgage uygulandı mı ki sorun yaşansın" diye.

İstanbul'a taşınma

Daha önce de defalarca dile getirilen İstanbul'un finans merkezine dönüştürülmesi tabii ki yine gündeme geldi. Hem dünyayı etkileyen bu krizden İstanbul'u finans merkezi yaparak çıkmamız mümkündü, hem de bu krizi bir fırsata dönüştürmemiz. Sözü edilen, krizi fırsata dönüştürmenin nasıl olacağı sorusuna somut bir yanıt alamadı basın mensupları.

Başbakan, bazı kurumların İstanbul'a taşınmasının zaten çok sorunlu olan İstanbul trafiğine olabilecek etkileri sorulduğunda ise çözümlerinin bu kurumların nerede oluşturulacağında yattığını açıkladı. Buna göre; Merkez Bankası, Ziraat, Halk ve Vakıflar Bankası ile BDDK ve SPK, iş merkezlerinin yoğun olduğu Avrupa yakasında değil, Anadolu yakasında olacaktı. Böylece, bu kurumlarda çalışacak on bin kişi (bu sayı bize biraz mütevazı geldi) Anadolu yakasında ikamet edecek, bu kurumlarla işi olanlar da ağırlıkla Avrupa yakasından geleceği için İstanbulluların iyi bildiği ters trafik oluşacaktı. İyi de, bu kurumlar Ankara'da kalsa İstanbul'un neyi eksilirdi ki, İstanbul'un finans merkezi olmasını bu kuruluşlar mı engelliyordu?

Başbakan'ın gönlündeki faiz

Başbakan Erdoğan, konuşmasının başında son kriz sürecinde gelişmekte olan ülkelerden ciddi sermaye çıkışları olduğunu söyledi, ama Türkiye'den önemli bir çıkış yaşanmadığının altını çizdi. Başbakan Türkiye'den fazla bir çıkış yaşanmamasını, öyle anlaşılıyor ki ülke ekonomisinin sağlamlığına dayandırıyordu. Ama, Erdoğan bir soruyu yanıtlarken, "Biz karışmayız ama" diye söze başlayarak, Merkez Bankası'nın uyguladığı faizin yüksek olduğunu dile getirdi.

Sakın bu süreçte yabancıların Türkiye'den önemli bir çıkış yapmamasının nedeni, Başbakan'ın yüksek bulduğu faiz oranları olmasın.

Açığın finansman kalitesi

Başbakan Erdoğan'a göre cari işlemler açığının finansman kalitesi artıyor. Başbakan, bu görüşünü doğrudan yatırım girişinin artmasıyla açıklıyor. Eskiden yılda 1 milyar dolar civarında olan doğrudan yatırım girişinin, geçen yıl 22 milyar dolara eriştiğini belirten Başbakan, bu yıl ise uluslararası konjonktürün olumsuz seyretmesinin etkisiyle bir miktar yavaşlama olduğunu, ancak yine de 15 milyar dolarlık bir giriş beklediklerini söylüyor.

Bizim, çoğu mevcut kuruluşları satın alma yoluyla geldiği  için yarı doğrudan yatırım diye ifade etmeyi tercih ettiğimiz yatırım girişinde bu yıl ortaya çıkan yavaşlama biraz uluslararası alandaki gelişmelerden, biraz da "evde satacak gümüşümüz" kalmamasından kaynaklanıyor.

Cari açığın finansman kalitesine dönersek. Açığı finanse eden temelde üç döviz kalemi var; doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve borçlanma.

2006 yılındaki cari açığın yüzde 45'i doğrudan yatırımla, yüzde 17'si portföy yatırımıyla, yüzde 38'i borçlanmayla finanse edildi. Geçen yıl doğrudan yatırımların payı yüzde 42, portföy yatırımlarının payı yüzde 1.5, diğer yatırımların payı yüzde 57 oldu. Bu oranlar finansman kalitesinin arttığını mı gösteriyor?

Ya bu yıl? Doğrudan yatırımların payı yüzde 22'de, portföy yatırımlarının payı yüzde 7.5'te kalırken, borçlanmanın payı yüzde 70'i aştı. Bu oranlara bakarak, finansman kalitesinin arttığı nasıl söylenebilir ki?

Başbakan ayrıca, cari açığın yalnızca bizim sorunumuz olmadığını, ABD'nin dünyanın en büyük açığını veren ülkesi konumunda bulunduğunu belirtiyor. Küçük bir ayrıntı var tabii ki, ABD ulusal parası cinsinden açık veren bir ülke.

Büyüme hedefi

Başbakan Erdoğan, son yıllarda sağlanan hızlı büyümenin; hem uluslararası konjonktürün bozulması, hem de içerideki siyasi gerginlikler yüzünden bu yıl bir miktar düşük gerçekleşmesini beklediklerini söylüyor. Erdoğan, büyüme hedeflerinin yüzde 7 olduğunu, ancak gerçekleşmenin biraz düşük kalacağını kabul ettiklerini belirtiyor.

Acaba hafızamız bizi yanıltıyor mu diye resmi verilere bir kez daha baktık. Türkiye, AKP döneminde büyümeyi hep yüzde 5 öngördü, ama gerçekleşmeler daha yukarıda oldu. Yani yüzde 7 gibi bir hedef hiç söz konusu değildi. Hedef, bu yıl için de yüzde 7 değil, başta yüzde 5.5 düzeyinde öngörülmüştü, nisanda ise yüzde 4.5'e revize edildi. Yani biz Başbakan'ın yüzde 7'lik hedefinin kaynağını bulamadık. Yüzde 7 gönülden geçen oran ise, en az o kadar büyümeliyiz, denmek isteniyorsa, tabii ki ona sözümüz yok.

Tüm yazılarını göster