Başarı hikayesi kolay olmuyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu, son yıllarda yaygınlaşmaya başlayan, kriz sonrasında da yoğunluğunu özellikle medyada artıran bir eğilim var. Türkiye'de tüketim eğiliminin yüksek olması ve pazarın canlanması, abartılı bir başarı hikayesi ve Türk ekonomisinin gücünün göstergesi gibi sergileniyor. Tüketici talebinin, üstelik ithal ürünleri ağırlıklı olarak, artması her şeyin yolunda gittiğinin bir işareti gibi gösteriliyor. Doğrusu olayın ne makro çerçevedeki gerçek niteliğine, ne de firma performanslarının yatırım ve rekabetin değişen dinamikleri ve gelecek stratejileri ile ilişkisine değinmeyen bu tarz haberler fazlaca halkla ilişkiler ağırlıklı ve tek boyutlu görünüyor.

Artık sadece tüketim yetmez

Kuşkusuz, özellikle kriz sonrasında ekonomik faaliyetin, piyasaların canlanması ve tüketici güveninin yerine gelmesi çok olumlu ve toparlanmanın habercisi olan bir gelişmeydi. Ama artık o aşama arkada kalmış, tüketim sadece büyüme sürecinin bir faktörü olarak değerlendirilmesi gereken bir gösterge haline gelmiştir. Bu yönüyle de hem kaynakları ve sonuçları itibariyle bir analize, hem de sürdürülebilirliği yönünden sürekli bir teste ihtiyaç gösterir. Eğer tüketim artışı, enflasyon riskini tetikleyen ya da bizde olduğu gibi büyük ölçüde ithalatı azdırarak cari açık darboğazını derinleştiren bir nitelik taşıyorsa, düşündürücü yanı sevindirici yanına ağır basıyor olmalıdır.

Nitekim, TÜSİAD Başkanı Boyner'in de geçen bir konferans sunuşunda vurguladığı gibi, yeni ürün ve teknolojilere yönelik tüketici talebinin yoğun sermaye ve ara malı ithalini körüklemesi ve bunun da yerli üretimin ithal girdi oranını arttırarak sanayileşme süreci açısından kronik bir soruna yol açması söz konusudur. Yani tek başına tüketimin belli bir süre için yüksek seyretmesi, özellikle bunun sürdürülebilir olduğundan ve başka sorunlara yol açmayacağından emin değilseniz, sevinmek için yeterli bir sebep değildir.

Rekabetçi üretim ve orta sınıf

Kaldı ki tüketimin kaynağı tasarruftan çok borçlanmaya dayanıyorsa sorunlar katlanır ve tıkanma potansiyeli artar. Hele süreç, iç tasarrufların artması bir yana, yerli katma değer üretimini caydırarak, azalması yönünde devam ediyorsa durum daha da çetrefilleşir.

Bu nedenle temel amaç, büyümede olduğu gibi, tüketimde de sürdürülebilirliği sağlamak olmalıdır. Doğal olarak bu da toplumun yeterli gelire sahip olmasını sağlayacak mal ve hizmet üretiyor olmasını, ayrıca olabildiğince adil bir gelir dağılımı bulunmasını gerektirir.

Aslında sık sık kaçırılan trenlerin yarattığı gecikmeyi telafi edecek fırsatlar sunduğundan sözettiğimiz küreselleşme süreci bu konuda da bir pencere açmış durumda. İletişim teknolojisindeki gelişmelerin bilgiye erişimi kolaylaştırması, verimlilik ve üretim kalitesinin artması yönünden aktif çalışma çağındaki nüfusu büyük olan bizim gibi ülkelere avantaj sağlamıştır. Ayrıca bu durum, gelir dağılımını da olumlu etkileyecek bir orta sınıf güçlenişini de destekleyecektir. Ne var ki fırsatların bulunması ayrı şeydir, bunların kullanılması için stratejilerin planlanması ve etkin bir şekilde uygulamaya aktarılması ayrı.

Ekonomik gücün kaynağı

Sözün kısası, sadece tüketime bakarak ekonominin gücü ve rekabet yeteneği konusunda bir şey söylemek mümkün değil. Esas önemli olan, yurt içinde mal ve hizmet üreten işletmelerin hangi karlılık ve verimlilik düzeylerinde bulundukları ve hangi alanlarda rekabetçi üretime odaklanacakları, bu arada küresel üretim zincirleri içinde hangi rollere ve işlevlere talip olduklarıdır.

Zaten bugüne kadar yapılan araştırmaların hiçbirinde, ciddi başarı hikayesi yaratmış ekonomilerin ortak özellikleri arasında yüksek tüketim düzeyi yer almamıştır. Öyle olsaydı, başarı hikayesi yaratmak pek kolay olmaz mıydı?

Tüm yazılarını göster