Bademler çiçek açtı

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

ODAK / Faruk Şüyün sanat@dunya.com "Sen ağaçların aptalı / Ben insanların / Seni kandırır havalar / Beni sevdalar / Bir ılıman hava esmeye görsün / Düşünmeden gelecek karakış / Açarsın çiçeklerini... / Bense hayra yorarım gördüğüm düşü / Bir güler yüz bir tatlı söz / Açarım yüreğimi hemen / Yemişe durmadan çarpar seni karayel / Beni karasevda / Hem de bilerek kandırıldığımızı / Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza / Ko desinler bize şaşkın / Sonu gelmese de hiçbir aşkın / Açalım yine de çiçeklerimizi / Senden yanayım arkadaşım / Havanı bulunca aç çiçeklerini / Nasıl açıyorsam yüreğimi / Belki bu kez kış olmaz / Bakarsın sevdan düş olmaz / Nasıl vermişsem kendimi son sevdama / Vur kendini sen de bu güzel havaya" Aziz Nesin'in "Arkadaşım" dediği, şiirindeki Badem ağacı misali biz de vurduk kendimizi güzel havaya... İstanbul'u kar kış götürürken, İzmir'e bahar çoktan gelmiş. Öyleyse doğanın içinden, o kıvrıla kıvrıla akıp giden yollardan Karaburun'a kadar inmemize kim engel olabilir ki... İlk durağımız antik kent Eritrai, günümüzdeki adıyla Ildırı... Çeşme'nin 20 kilometre kuzeydoğusunda bulunuyor. Eritrai'nin, Yunanca'da 'kırmızı' anlamına gelen 'Erythros' sözcüğünden türediği ve kent toprağının kırmızı renginden dolayı 'kızıl kent' anlamında kullanıldığını anlatıyor antik kentin neredeyse onunla yaşıt bekçisi. Kulübesinin hemen önündeki bir nergis çiçeğini koparıp uzatıyor, efsaneyi anımsıyoruz birlikte... Kentte ilk kazı çalışmaları 1960'larda başlamış. İ. Ö. 3. yüzyıl sonralarında yapıldığı sanılan Akropol'ün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarılmış. Akropolün en yüksek düzlüğünde yapılan kazılarda da, Athena tapınağına ait kalıntılar bulunmuş. Şehrin etrafının 5 kilometre uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşılmış. Bekçimiz uzaktaki yangın yerini gösteriyor, "Surlara kadar geldi, onları aşamadı." diyor. Tarih, tarihi, doğayı korumaya bir kez daha yardım ediyor... Ildırı'nın ünlü enginarının yetiştiği tarlalar arasından Karaburun'a doğru akıyoruz. Bademler çiçeğe durmuş, erik ağaçlarının ise kimileri bebek eriklere gebe. Anemonlar her yeri istila etmiş, bir renk cümbüşü yaşatıyor bize. Karaburun'a yaklaştıkça nergis tarlaları başlıyor. Koyunlar, keçiler, kuzular, oğlaklar... Çocuklar gibi sevinçliyiz. Kaynarpınar'a vardığımızda, Karaburun'a (Mimas) 13 kilometre kaldı diyorum. Hemen önündeki sularda yakalanan ünlü kefallerden yiyeceğiz. Homeros'un Odysseia'sında Rüzgârlı Mimas olarak geçen Mimas Dağı'nı, bugün Bozdağ diye adlandırıyoruz. Rivayet olunur ki mitolojik tanrılarla savaşan gigantların (devler) başında yer alan ve tanrı Zeus'u çok zorlayan Mimas isimli dev, üzerine erimiş demir, çelik ve bakır dökülerek bir daha uyanmamak üzere bu dağlara gömülmüş, bu nedenle de Mimas diye isimlendirilmişler. Narcissus'un adını alan ve günümüzde yalnızca Karaburun Yarımadası'nda yetişen "Nergis" çiçeğinin vatanı burası, Homeros da bu topraklarda doğmuş ve yaşamış, Nâzım Hikmet'in Şeyh Bedrettin Destânı'nda on binler, sekiz binini bu dağlarda vermişti... Karaburun yarımadası, 200`ün üzerinde kuş türünün, ada martısının yaşama ve üreme alanı. Nesli tükenmekte olan Akdeniz Fokları'nın ülkemizde Foça`dan sonra barındığı ender yerlerden birisi burası. Güneş öyle güzel ısıtıyor ki çağrısına kanmamak mümkün değil. Denizin hemen kenarına kuruyoruz masamızı. Güneşin sahte sıcaklığına bademler gibi biz de aldanıyoruz. Olsun, mutluyuz ya... Ve badem, her bahar güneşin sahte sıcaklığına aldanır. Erkenden açar tüm çiçeklerini, kurtulmak için tepeden tırnağa yalnızlıktan, yaşamak için o güzel aşkı, sonunda olsa bile ölüm...

Tüm yazılarını göster