Ayıp!

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bir katil cezasını çekti ve önceki gün tahliye edildi. Cezasını tam olarak çekip çekmediği bile tartışılıyor ya… Bu nasıl bir hukuk sistemidir ki hukukçular bir suçun karşılığında ne kadar ceza uygulanması gerektiği konusunda görüş birliği içinde değil. Daha önce de yaşadık örneğini, bu katil tahliye edildikten sonra yeniden hapse atılmıştı.

Ceza bitti mi, bitmedi mi, tartışması bir yana… Varsayınız ki bitti; ama böyle mi bitmeliydi, tahliye böyle mi olmalıydı? Kimdi cezaevinden çıkan, bir kahraman mı? Efendim karşı gerekçe hazır: "Bu bir haberdir." Doğru, ama haber var, haber var…

Bu katilin tahliyesinden çıkarılacak en büyük haberin "neler neler söyleyebileceği" olduğu varsayılıyor. Yapmayın, artık bu tuzağa düşmeyin, bu katilin söyleyebileceği hiçbir şey yok! Ya bilmediği için yok, ya söyleyeceği bir şey olmadığı için yok! Bu nasıl biridir ki otuz yıl boyunca, bildiği o çok gizli şeyleri saklamayı becerdi.

Türk televizyonları birkaç gün öncesinden organize olup bu "haberi" bu boyutta görmeme konusunda anlaşamazlar mıydı? Hayal gibi gelebilir bu, ama en azından bu denenemez miydi? "Aman haberi, görüntüyü atlamayalım" kaygısıyla bir izdiham yaşanmasına yol açıldı. Ve yaşanan bu izdiham, zaten oluşması için çaba gösterilen, zemin hazırlanan durum değil miydi?

Televizyonların olayın sıcaklığı yüzünden düştüğü hataya birçok gazete düşmedi neyse ki. Gazeteler genel olarak daha mesafeli durdular bu tahliyeye. En azından televizyoncuların kendileri kaptırıp sergiledikleri o "coşku" gazetelerde yoktu. Milliyet ise doğal olanı yapmış, bir anlamda İpekçi'ye karşı olan sorumluluğunu yerine getirmiş ve en güzel başlığı atmıştı: "Abdi İpekçi bir kez daha öldürüldü."

Dünya'nın en büyük oteller zincirinin Ankara ayağı… Şimdi bu katili misafir etmekle biraz daha mı büyüdü? Bir şekilde otelin kapıları bu kişiye kapatılamaz mıydı?

Bir dönem Malatyaspor maçlarında insanın kanını donduran bir tezahürat yapılıyordu: "Malatya'da doğdu, Papa'yı da vurdu, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Ali Ağca…" Önceki gün de Malatya'dan gelen hemşerilerinin davullu zurnalı kutlaması(!) vardı. İnanılmaz bir görüntüydü doğrusu, davullar çalınıyor, oyunlar oynanıyordu. Neydi kutlanan, söyleyebilen var mı… Tamam, bir insanın cezasını çekip hapisten çıkması yakınlarında, sevenlerinde bir memnuniyet yaratır, yaratmalı; ama bu biraz da o insanın nasıl bir suçtan dolayı cezaevine girdiğiyle ilintili değil mi? Türkiye'nin en saygın gazetecisini öldüren, Türkiye'nin tüm Dünya'daki imajını yıllarca onarılmaz biçimde yaralayan biri hapisten çıktı diye davul-zurna!

Sanırsınız ki ABD Başkanı'nın programı aktarılıyor. Akıl tutulması devam ediyor çünkü. Dün haberler devam ediyor yine: "Otelinden çıkmamış, odasına şunu şunu istemiş, basın toplantısı yarınmış ama yeri belli değilmiş, basın toplantısını İngilizce mi, Türkçe mi yapacağı da bilinmiyormuş vs. vs."

Yakınlarını faili meçhul cinayetlerde yitirenler feryat ediyor: "Düşünceyi kurşunla susturmaya çalışan, kurbanını tanımadan öldürenleri övmek insanlık suçudur. Üzücü olan tetikçilerin yükseltilmesi, maddi ve manevi olarak desteklenmesidir. Katillerin kahraman ilan edilmesini, katillikten sermaye biriktirilmesini, katilliğin ranta çevrilmesini kınıyoruz.(…) Katillerin örgütlü şekilde cezaevlerinden kaçırılması, anı fotoğrafı çektirilmesi, eli kanlı kişilerle gurur duyulması ne üzücü ki ülkemize has bir görüntü ve moda olmuştur."

Ayıp bitiyor mu ülkemizde. Keşke… Hrant Dink, dün öldürülüşünün üçüncü yılında anılırken, bir trajikomik haber yansıyordu basına. Dink'in öldürülmesinde azmettirici olduğu suçlamasıyla tutuklu bulunan zanlı, tutuklu bulunduğu cezaevinde infaz koruma memuru olmak için KPSS sınavına giriyor ve mülakat hakkı elde ediyordu. Ceza kesinleşmediği için böyle bir hakkı varmış… Geçiniz siz onu!

Tüm yazılarını göster