Avrupa'yı anladık ama ABD neden yavaşlıyor?

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Bugünlerde yaşanan küresel makro ekonomik gelişmeler bazı bakımlardan 2008 krizinden daha endişe verici nitelikte. 2008 krizi esasen 1990'lı yıllardan itibaren hız kazanan finansal deregülasyon ile birlikte varlık fiyatlarının aşırı şişmesi sonucunda oluşan bir "finansal kriz" idi. Sadece boyutu ve etki alanı bakımından 1929 Büyük Buhranı'ndan beri yaşanan en büyük kriz olma özelliğine sahipti. Ancak, bugün krizin üzerinden 4 sene geçmesine, bu süre zarfında başta ABD olmak üzere, özellikle BRIC ve diğer gelişmekte olan ülkelerin göreceli iyi performans göstermiş olmalarına, ve herşeyden de önemlisi piyasalarda bir "erime" (melt-down) olgusunun yaşanılmayacağına kanaat getirilmiş olmasına rağmen, ekonomik büyüme tekrar aksamaya ve piyasalardaki genel risk algılaması belirgin bir şekilde artmaya başladı. (Bunu en net olarak sağlam liman addedilen ülkelerin 10-yıllık devlet tahvili faizlerinin rekor düşük seviyelere gerilemiş olmasından görebiliyoruz.)

Avrupa'da kriz sonrasında zaten fazla bir ivme kazanamamış olan büyümenin bugünlerde resesyona doğru pupa yelken açması pek şaşırtıcı değil. Almanya'nın dogmatik yaklaşımı nedeniyle Euro Birliği'nin ve hatta Avrupa Birliği'nin sorgulanmaya başlaması karşısında gerek tüketici, gerekse de reel kesim güveninin hızlı bir şekilde gerilemesi çok doğal. Nitekim, özellikle finansal baskı altındaki Güney ülkelerinden Kuzey'e doğru ciddi bir mevduat kaymasının yaşanmakta olduğu görülüyor. Anlaşılan Almanya'nın bugünkü kendi refah ve gelir seviyesini kısmen sabit kur sistemi içerisine kilitleyerek rekabetçi olmalarını engellediği ve borç vererek kendi ürettiği mallardan almalarını sağladığı Güney ülkeleri sayesinde elde ettiğini kabul etmesi kolay olmayacak. Almanya'nın oynanan iskambil oyununun kasası olarak iflas etmiş oyunculara yeniden kasadan karşılıksız avans vermeden oyunun devam edemeyeceğini bir an önce idrak etmesi gerekiyor.

Bugünlerde, daha şaşırtıcı olan aslında ABD ekonomisinden gelen yavaşlama sinyalleri. Belki bu duruma sebep olarak bazı konjonktürel gelişmeler öne sürülebilir. Örneğin, petrol fiyatlarında sene başında görülen artışın büyüme üzerinde negatif bir etki yaratmış olabileceği gibi. Ancak, petrol fiyatları 2011 başında da benzer bir şekilde artmış olmasına karşın büyüme verileri bu derece etkilenmemişti. Keza, Avrupa'da artan stresin ABD ekonomisini etkilediği iddia edilebilir, ama stres ilk olarak Mart başında İspanya'nın bütçe açığı hedefini tutturamayacağını açıklamasıyla başlamıştı, halbuki ABD'de piyasalar Mayıs başında Yunan krizinin büyümesine kadar herhangi bir tepki vermedi. Çin başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerdeki yavaşlamanın ABD'nin büyümesine bir etki yapmış olması da zayıf bir ihtimal çünkü ABD'de gelişmekte olan ülkelere ihracatın milli hasıla içindeki payı sadece %1.3 kadar. Ayrıca bu ülkelerde büyümenin yavaşlaması ile petrol fiyatlarında meydana gelen düşüşün etkisinin ihracat kaybının etkisinden daha fazla olacağı da muhakkak.

Aslında kriz sonrasında son döneme kadar ABD'nin performansı görünürde çok da fena değildi. Deflasyon endişelerine karşın enflasyon %2 civarında seyrederken işsizlik de kriz öncesindeki seviyelerine olmasa da, %8'e kadar gerilemişti. Ancak, bugünlerde, enflasyonun aslında emtia fiyatlarındaki artış ve ekonomideki atıl kapasitenin gerilemesi nedeniyle yüksek çıktığı, işsizlikteki düşüşün ise işsizlerin iş aramaktan vazgeçmesi, erken emeklilik ve üniversite mezunlarının iş pazarına girmeyi geciktirmesi gibi nedenlerle azaldığı iddia ediliyor.

ABD'deki yavaşlama daha yapısal ve uzun süreli nedenlere dayalı olabilir. OECD ve İMF'nin yaptığı çalışmalar ABD gibi büyük çaplı bir krize girmiş ekonomilerin potansiyel milli hasılalarında önemli düşüşler olduğunu göstermekte. OECD'ye göre bu tip krizlerden sonra potansiyel milli hasılada %4'lük kalıcı bir düşüş söz konusu olabiliyor. İMF ise krizden 7 sene sonra bile milli hasılanın kriz öncesi trendine göre %10 daha düşük bir seviyede kaldığını tesbit etmiş.

Krizler bir ekonominin uzun süreli üretkenliğini sermaye, işgücü ve inovasyon kanalıyla etkileyebiliyor. "Sermaye" kanalından etki genel olarak ekonomideki yatırım seviyesinin gerilemesinden kaynaklanıyor.  "İşgücü" etkisi ise uzun süren işsizliğin bir kısım çalışanın becerilerini kaybetmesi, diğer bir kısmının ise umutsuzluğa kapılarak iş aramaktan vazgeçmesi şeklinde oluyor. "İnovasyon"un zayıflaması ise hızlı büyüyen inovatif firmaların finansman kaynaklarının daha çok daralması ve ARGE faaliyetlerine yeterince destek verilmemesinden kaynaklanıyor.

İMF önceki krizlerde parasal ve mali canlandırma programlarını agresif bir şekilde kullanan, yapısal reformlara ve finansal sistemin hızlı bir şekilde tamir edilmesine öncelik veren ekonomilerin potansiyel kayıplarını minimuma indirgediklerini ortaya koymakta. Kriz sonrasında ABD'nin bu konulara yönelik tedbirler almış olmasına rağmen, anlaşılan bu tedbirler hâlâ yeterli olmaktan uzak.

Tüm yazılarını göster