Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ekonomi politiği

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Pazartesi günü sabahın erken saatlerinde verandada gazeteleri gözden geçirirken, Anadolu Lisesi üçüncü sınıf öğrencisi büyük oğlum bana şu soruyu sordu: "Küreselleşme ile Marksistlerin enternasyonalizmi aynı şey mi?" Ben ağzımı açmadan Fen Lisesi birinci sınıfında okuyan diğer oğlum bir başka soru sorarak yanıtı yapıştırdı: "Böyle olduğunu sanan liberal sosyalistler yanılmıyor mu?" dedi. O gün sabah gazetelerde Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sosyalistlerin ağır bir yenilgi aldığı yazıyordu. Bunda şaşılacak bir şey de yoktu. Çünkü 27 AB ülkesinin 20'sinin başbakanı zaten muhafazakar partilerdendi. Nasıl oluyor da hümanist Avrupa birden bire milliyetçi, yabancı düşmanı görüşlere oy veriyordu?

Oğlumun ve kendi kendime sorduğum sorunun ortak yanıtını verirken farklı sıfatlara göre bölümleyebileceğimiz dünyayı ben ikiye böleceğim: küreselleşmenin nimetlerinden yararlananlar ve küreselleşme yüzünden zarara uğrayanlar. Bu ayrımda etnik, dinsel ve ulusa göre bir ayrım yapmıyorum. Yani Mısır'da yabancı sermaye ile ortaklık kuran tekstil fabrikası sahibi Beşir AŞ'nin patronu El Beşir küreselleşmeyi savunurken, Almanya'da tekstil fabrikasında işini kaybeden Albert küreselleşmeye karşı olabilmektedir. Küreselleşme Mısır'da sadece işadamı Beşir ile ortaklık kurmuyor, aynı zaman da Mısırlı işsiz Ahmet'e de iş yaratıyor. Dolayısıyla küreselleşmenin kimliği ya da sınıfı yoktur.

Bu şekli ile küreselleşme sermayeyi özgür kılmaktadır. Bunu yaparken sermaye sahipleri yarattığı ürünlere talep yaratmak için aynı zamanda küresel kültürü de tüm dünyaya pompaladılar. Bu sayede Moskova'da ya da Pekin'de New York'takinin tadında hamburger yiyebildik. Yiyenler küreselleşmenin nimetlerini savunurken yiyemeyip günde 1 dolara yaşamaya çalışan Afganlılar, Ortadoğulular, Pakistanlılar, Latin Amerikalılar küreselleşmeye karşı isyan bayrağını açarken İslam ülkelerinde bu bayrağın bir yerine Radikal İslamcı ilkeler sıkıştırıldı. Sovyetler Birliği yıkılmadan önce bu ülkelerde komünizme karşı da kullanıldılar. Buradaki ince ayrıntı, isyan bayrağı çekenler kime karşı isyan ettiklerini bile bilmiyorlardı. İsyanın ilk nedeni dinsel kültürlerin yok oluşu, ikinci nedeni ise yoksullukları idi. Radikal İslamcılığın ilk yeşerdiği ülkelerin yoksul ve gelir dağılımının bozuk olduğu ülkeler olması bundan dolayı şaşırtıcı değil.

Küreselleşmeye ve Batı uygarlığına karşı çıkan İslamcılar küreselleşmenin baş mimarı ABD'nin kullandığı bir akım olmaktan öteye gidemedi. En radikalleri Taliban bile ABD'nin elinde SSCB'ye karşı kullanıldı. Akılları başlarına geldiğinde bu sefer tepelerinde ABD bombalarını buldular. Tabii burada kaybedenlerden birisi de ABD oldu. Başına El Kaide gibi bir belayı aldı. ABD ve küresel güçler ikinci adımda İslamcıları kontrol etmek için ılımlı İslam politikasını uygulamaya başladılar. Bu politika tüm uğraşlara rağmen sadece Türkiye'de tuttu. Bu politikayı kullandıkları eğitim kurumları aracılığı ile tüm dünyaya yaymayı başardılar. Ancak bu okullarda eğitim alanların ileriki dönemlerde ne olacağı sorusu henüz yanıtsız.

Uygar Avrupa bir taraftan ortağı olduğu küreselleşmeyi savunurken bir taraftan bunun neden olduğu yoksullaşma ve radikalleşmeyle mücadelesini, ülkeleri dışında savaşarak ya da farklı politikalarla sürdürmektedir. Bunu yaparken aynı zamanda ülkelerinde yükselen ırkçılık ve İslam düşmanlığını bir şekilde destekleyerek göçmenleri kendi ülkelerine geri göndermeye çalışmaktadır. Açıkçası bu bir suçüstü durumudur. Ancak bundan bu şekilde kurtulmaları mümkün değildir. Kendi ülkeleri dışındakileri radikalleştirip onları kontrol edilebilir güçler olarak ellerinde tutamazlar. Ellerinde patlayabilir.

Son söz, bu seçim sonuçları, dinler arası diyalog gibi uğraşların iflas ettiğini kanıtlamıştır. Yapılan tüm toplantıların turistik gezilerden ibaret olduğu da ortaya çıkmıştır.

Tüm yazılarını göster