Avansın değerini bilmek

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gelişmiş batı dünyasında kriz sonrası çalkantının uzun sürmesi, ilk bakışta finansman ve ihracat kanallarımızın üzerindeki baskı nedeniyle arzu etmediğimiz bir durum gibi görünse de, aslında lehimize. Çünkü kriz öncesinde de, toparlanma sonrasında da karmaşıklığından pek bir şey yitirmemiş gündemimiz hala olduğu yerde duruyor. Ancak olumlu bir fark da var: Bizden ileride olan pek çok ülkede koşullar kötüleştiği için biz göreli olarak mesafe katetmiş gibi görünüyoruz ki bu da yeni hamleler için ihtiyaç duyacağımız moral motivasyonu sağlayabilir. Sorun, bu hamleyi ve onun gerektirdiği kavrayıcı ve derinlikli programı yapma niyetine ya da becerisine sahip olup olmadığımız. Cevap olumlu ise, dünyanın mevcut halinin, şimdiye kadar biraz savurgan davrandığımız zaman konusunda bize daha fazla avans verdiğini bilmemizde yarar var.

OVP dönüşüm programı değil

Geçen haftaki yazımızda da vurguladığımız gibi böyle aktif ve stratejik bir hamlenin 2011'deki seçimler öncesinde başlatılması beklenemez. Ancak seçim sonrasında odaklanılacak yoğun bir uygulamanın işaretleri de pek güçlü değil. Oysa bundan sonra yitirilecek zamanın maliyeti giderek artacak.

Bu bağlamda dayanabileceğimiz tek doküman olan Orta Vadeli Program da, kabul etmeliyiz ki, zaafı sadece "mali kural"ı içermemekten ibaret olmayan, hedeflenen büyüklüklerin nasıl bir ekonomik modellemeye dayandığı ve izlenecek politikaların niteliği konusundaki ayrıntıları da kapsamayan bir genel çerçeve sunmakla kalıyor. Üstelik bu programda öngörülen ortalama yüzde 5 büyüme, 2007'den bu yana  yitirdiğimiz ivmeyi telafi edecek kadar yüksek de değil.2010 yılı, umulanın da ötesinde, sözgelişi son olarak revize edilen OECD tahmininde olduğu gibi yüzde 8'in üzerinde bir büyüme ile bitse bile bu böyle. Daha kötüsü,OVP' daki yüzde 5 hedefinin  ihracatın ithalattan daha fazla artacağı gibi, yapısal dönüşüm olmadıkça,gerçekçiliği son derece tartışmalı bir varsayıma dayandırıldığı anlaşılıyor.Şu anda bunu destekleyecek bir stratejik avantajımız yok. Bundan önce de yazdığımız gibi ne doğal kaynaklar, ne işgücü maliyeti, ne de yüksek katma değer ve teknoloji üretimi ile bunu gerçekleştirecek durumda değiliz.

Yapılacak iş belli: Doğal kaynaklarda olmasa bile, işgücü maliyeti ve katma değer/teknoloji konusunda ayrıntılı politika tasarımı ile rekabet gücümüzü geliştirmek. Bütçe elverdiğinde düşürülecek vergi/prim oranları ya da esnek istihdam/bölgesel asgari ücret gibi sınırlı etki yapabilecek önlemler dışında işgücünü ucuzlatıp Çin düzeyine indirmek tabii ki mümkün değil; ama işgücü verimliliğini arttırmak için kapsamlı bir beceri ve mesleki eğitim programı çok şeyi değiştirebilir. Aynı şekilde çok üst düzeyde yoğunlaştırılmış ar-ge desteğine ve önceliklendirilmiş yüksek katma değerli sektör tercihlerine dayalı bir teşvik programının kararlı uygulaması orta vadede sonuç verir.

Yaklaşım ve zihniyet değişikliği

Unutulmaması gereken bir başka boyut, ülke genelinde rekabetçi kültürün ve rekabet düzeyinin yükseltilmesi. Bunu sağlamak için sadece fiziksel altyapının değil, bir yandan sosyal ve kültürel altyapının geliştirilmesine, diğer yandan zihniyet değişimine ihtiyaç var. Böylece hem belli bir ölçeğin üzerindeki üretim birimlerinin birkaç ilimizin ötesine yaygınlaştırılması, hem de müteşebbislerde ve işletme yöneticilerinde ranta yönelik ve zengin olmayı hedefleyen değil, rekabetçi ve zenginlik üretmeye yönelik bir zihniyet ve paradigmanın yerleşmesi desteklenmiş olur. Sonuçta da geçenlerde bir işadamımızın çok isabetle söylediği gibi mecburiyetten değil, planlayarak oluşan, araştırıcı, yenilikçi, saydamlıktan çekinmeyen bir girişimci kitlesi ortaya çıkar.

Bu paradigma ya da yaklaşım değişikliğinin, ekonomik ve mali mevzuat düzenlemelerine de yansıtılması gerekiyor. Yani ikide bir yapmaya mecbur kaldığımız, sadece günü kurtarmaya ve bütün zaaflarıyla mevcudu sürdürmeye çalışan aflar, yapılandırılmalar ile sınırlı kalmayan, yani birikmiş sorunları  çözmeye değil, geleceği şekillendirmeye dönük bir perspektife sahip kurallar geliştirmeliyiz. Kaldı ki büyük çoğunluğun sevinçle karşıladığı bu tür torba düzenlemelerin sıklığı, mevcut sistemin ya da mevzuatın sağlam bir temele oturmadığını, yapısal bir uyumsuzluk taşıdığını da ortaya koymuyor mu? Bu açıdan vergi sisteminin çok önemli bir zaafı olan "vergi denetimi standartları" konusunda geçtiğimiz yaz sonunda çıkarılan yasal düzenlemenin çok daha fazla övgüyü hakettiğinin farkında mıyız?

Ortak payda tasarruftan önemli

Bir türlü kavramış görünmediğimiz bir başka ihtiyacımız da, taşeronluğu aşıp yüksek katma değer üretimine ve rekabet üstünlüğüne odaklanacak bir programın kamu yönetimi, reel kesim ve finans kesimince sahiplenilecek ortak bir payda üzerinde yükselebileceği. Oysa kredi genişlemesi konusunda TCMB ile BDDK arasındaki polemik gibi örnekler, aynı kesim içinde bile kaygı verici ayrışma olduğunu gösteriyor.

Oysa ortak irade ve program ile yükseltebileceğimiz faktör verimliliği ve rekabet gücü, çok konuşulan tasarruf yetersizliğinin bile önemini azaltabilir.

Tüm yazılarını göster