”Atatürk'ü neden sakladınız”

DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Geçtiğimiz hafta iki önemli toplantı düzenlendi. Bunlar, Arı Hareketi tarafından düzenlenen 10. Geleneksel Uluslararası Güvenlik Konferansı ile IKV tarafından düzenlenen AB Paneli idi.

Aslında her iki konferans da 11 Eylül ve 12 Eylül olmak üzere önemli ve anlamlı tarihlerde gerçekleştirildiler.

11 Eylül terörist saldırılarının yıldönümünde küresel güvenlik, Türkiye'nin bölgedeki rolü ve komşuları ile ilişkilerini tartışmak ne kadar önemliyse, hemen ertesi gün Ankara Anlaşması'nın imzalanmasının 45. yıldönümü olan 12 Eylül'de Türkiye'nin AB ilişkilerini masaya yatırmak, 45 senede ulaşılamayan AB üyeliğinin nedenlerini sorgulamak da bir o kadar önemliydi.

Aslında konferanslara geçmeden önce, Marshall Fonu tarafından yapılan bir araştırmayı hatırlatmakta fayda var öncelikle. Türk vatandaşlarına sorulan "Türkiye kiminle işbirliği yapmalı?" sorusuna, katılımcıların yüzde 48'i "Türkiye tek başına hareket etmeli" cevabını vermiş.

Yani Türklerin yüzde 48'i Türkiye'nin dostunun olmadığını, Türkiye'nin kimseye güvenmemesi gerektiğini düşünüyor. Bu düşüncenin birçok nedeni var tabii ki.

Bunlardan birisi Türkiye'nin coğrafi konumu nedeniyle, güvenlik açısından sürekli tetikte olması gereken bir bölgede yer alması. Her zaman stratejik olarak büyük öneme sahip olduğu ifade edilmesine rağmen, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) geçici üyeliği en son 1961 yılında oldu. Yani Türkiye tam 47 yıldır BMGK'da temsil edilmiyor. 17 Ekim'de BMGK geçici üyeliği için seçimler yapacak. Türkiye de adaylar arasında. "Sen büyüksün, sana ihtiyacımız var" sözlerini ne derece gerçekçi olacağını göreceğiz.

Türkiye'nin kendisini yalnız hissetmesine bir diğer çarpıcı bir örnek ise "Türkiye'nin kaderi AB'dir" ifadesine yer verilen ve 45 yıl önce imzalanan Ankara Anlaşması'nın, 45 yıl sonra bugün hala AB tam üyeliğine dönüşmemiş olması. Türkiye AB hedefinden vazgeçmiş değil, fakat AB vatandaşlarının yüzde 65'inden fazlası bugün Türkiye'yi Avrupa'da görmek istemiyor. Türkiye'nin yerinin Avrupa Birliği olduğunu söyleyen Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Marc Pierrini, Türkiye'nin tarihi ve coğrafi öneminin tam üyelik için yeterli olmadığını söylüyor.

Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Attilio Stajano'ya göre, AB içinde yer alan Türkiye korkusunun sebeplerini nüfus, fakirlik, sınır komşuları ve İslam. Stajano, İtalya'da Vatikan'ın etkisinin kahvaltıdan akşam yemeğine kadar hissedildiğini belirtirken, Türkiye'nin birçok AB üyesi ülkeden daha laik olduğunu söylüyor. Evet, ama gerçek değişmiyor. Bu gerçeğin senelerdir neden değişmediğini anlamak için ise hem Arı Hareketi hem de IKV toplantısına katılan ve gerçekten son derece samimi bir şekilde görüşlerini dile getiren Avrupa Parlamentosu üyesi İngiliz Parlamenter Nirj Deva'nın sözlerine kulak vermekte fayda var.

AB Türkiye'yi tanımıyor

"Herkes Gandi'yi ve Gandi'nin Hindistan için yaptıklarını bilir. Herkes Nelson Mandela'yı ve Mandela'nın siyah-beyaz eşitliği adına yaptıklarını bilir. Hatta Eva Peron'u bile tanır bütün dünya. Peki, Mustafa Kemal Atatürk'ü kim tanıyor? Kimse" diyor Nirj Deva. "Türkiye'nin modernleşmesi bundan 80 yıl önce tamamlandı. Neden Mustafa Kemal'i sakladınız?" diye soruyor.

Türkiye'nin sahip olduğu etki sayesinde Avrupalı, Asyalı, Ortadoğulu, Balkan, Kafkas, Akdenizli bir ülke olduğu söylüyor. Aynı Pierrini gibi, o da bu coğrafi özelliklerin AB üyesi olmak için yeterli olmadığını söylüyor. "Geçmişte Avrupa'nın hasta adamı olan Türkiye, bugün Avrupalı olarak bile görülmüyor" diyor. Deva'ya göre bu bir din veya kimlik sorunu değil. Çok daha basit. Bu bir sınıf sorunu. Avrupa orta sınıfı, Türk köylülerinden korkuyor. Türk köylüsünün gelip işini elinden almasından, hayatını değiştirmesinden korkuyor. Peki, İstanbul ve Ankara'daki elitler ne yapıyor bu konuda? Hiçbir şey, diyor Deva ve şu çarpıcı örneği veriyor: "Ben Avrupa Parlamentosu'nda İngiltere'yi temsil ediyorum. Sri Lanka'da doğmuş biri olarak ne kadar İngiliz olduğumu görüyorsunuz. Ben İngilizleri onları temsil edebileceğim yönünde ikna edebildiysem, bu salondaki toplam akıl bunu nasıl yapamaz? Ben Türkiye'yi destekliyorum. Türkiye tam üye olmadığı sürece, coğrafi ve ekonomik önemi azalacaktır. Oysa Türkiye'nin zayıf bir tampon bölge değil güçlü bir ortak olması gerekiyor. Türkiye'nin önemini ben anlatamam, sadece siz anlatabilirsiniz."

Türkiye bunu nasıl anlatacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.  Ama Avrupa Birliği Genel Sekreteri Büyükelçi Oğuz Demiralp'in de dediği gibi "Umarız Ankara Anlaşması'nın 55. yıldönümünü kutlamaz, o zamana kadar bu işi halletmiş oluruz."

Tanımlar değişti

Son dönemde yaşanan gelişmeler uluslararası ilişkiler ve güvenlik kavramlarının değişmesine yol açtı. Uluslararası kurumların misyonları yeniden tanımlanırken, güç kavramını belirleyen unsurlar da değişti. Artık kimse yalnız kalmak istemiyor; siyasi ve ekonomik olarak bir bütünün parçası olmayı tercih ediyor.

Son dönemde yaşanan Rusya-Gürcistan krizi bunun en yakın ve en somut örneği aslında. Bir yanda küçük Gürcistan, diğer yanda güçlü Rusya. Bir yandan küçük Gürcistan'ı ve demokrasiyi korumak isterken, diğer yandan büyük Rusya ile ilişkilerini bozmak, enerji başta olmak üzere birçok konuda güvenliğini zedelemek istemeyen Avrupa.

Ve tabii ki bölgenin en önemli oyuncularından biri olan Türkiye. Avrupa'nın, bir yandan Türkiye'yi Avrupa'da istemeyip, diğer yandan küresel sorunlarda Türkiye'den coğrafi ve ekonomik destek beklemeye devam edemeyeceği ortada. Alman Marshall Fonu Temsilcisi Peter Van Praagh'ın dediği gibi 11 Eylül saldırıları sonrasında, kimse artık tek başına hareket edemeyeceğini anladı. Bu yüzden NATO, BM, AB gibi kurumlarının öneminin daha iyi anlaşılması gerekiyor. Aynı görüşte olan bir diğer isim de NATO Kamu Diplomasisi Genel Sekreter Asistan Vekili Stefanie Babst. Güvenlik ortamının tamamen değiştiğini söyleyen Babst, ülkelerin küresel sorunlarla tek başlarına mücadele edemeyeceklerini belirtiyor. "Türkiye NATO'nun en önemli Avrupalı ortağı", diyor Babst.

Evet, Türkiye sadece coğrafi özelikleri sayesinde AB üyesi olamaz. AB üyeliği NATO üyeliğinden farklı, çünkü AB bir değerler bütünü. Türkiye'nin bu değerleri benimsemesi şart. AB'nin benimsemesi gereken konu ise Ankara Anlaşması'nın dediği gibi, "Türkiye'nin kaderinin AB olduğu" ve bu gerçeğin değişmeyeceği.

Türkiye'nin önünde uzun bir yol var. Bu yolda tek başına değil. Artık kimse tek başına değil.

Tüm yazılarını göster