Aslolan döviz girişini kontrol edebilmektir

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Birincisi; "rezerv artırmak maliyetlidir" demek, "rezerv artırmak için hiçbir şey yapmamak gerektiği" anlamına gelmez. Dünkü yazımızı bu şekilde yorumlayanlar için belirtmiş olalım. Önemli olan dengeyi iyi tutturabilmek, getiri-götürü hesabını iyi yapabilmektir.

İkincisi; döviz kurlarının artışını yalnızca rezerv artışına, dolayısıyla Merkez Bankası'nın piyasadan daha çok döviz almasına bağlamak, dövizin girişi karşısında hiçbir şey yapmaksızın, yani kaynağı kontrol etmeye niyetlenmeksizin elde sünger gelen dövizi piyasadan emmeye çalışmak demektir.

Üçüncüsü; düşük kur bizde hemen her siyasetçinin işine gelen bir durumdur ve Başbakan Erdoğan da bu yüzden "Güçlü TL kişisel meselem" diyerek kur tartışmasına adeta noktayı koymuştur. Türkiye, en azından seçime kadar olan dönemi, olağandışı gelişmeler yaşanmadığı takdirde 1.50 dolayında dolar kuruyla geçirecektir.

Dördüncüsü; bizde Başbakan Erdoğan güçlü TL'den yana net tavır koyarken, tüm dünyada, dün birinci sayfamızda yer alan haberde de vurgulandığı gibi adeta kur savaşı yaşanmaktadır. Ülkeler, ulusal paralarının değerini düşürebilmek adına önlem üstüne önlem almaktadır.

Beşincisi; tüm dünya ulusal paralarının değerini düşürüp rekabet güçlerini artırmaya çalışırken, bizde tam tersinin yapılıyor olması ve bunun bir tercih olarak ortaya konulması, mevcut sorunu daha da ağırlaştıracaktır. Türkiye'deki getiri avantajı yüzünden oluk oluk akan bu sıcak para, gün gelecek başımıza bela olacaktır.  

Altıncısı; "hiçbir uçak havada kalmaz" benzetmesinde olduğu gibi, hiçbir ülkeye sıcak para girişi sonsuz bir şekilde devam etmez. Türkiye'ye yönelen sıcak para da bir dönem gelecek çıkmak isteyecek, belki bu çıkış çok hızlı olacaktır. Buna ister Türkiye'deki bazı gelişmeler yol açmış olsun, ister küresel bazdaki gelişmeler, ama bu yaşanacaktır.

Yedincisi; sıcak paranın hızla çıkmak istemesiyle kurlar fırlayıp gidecektir, bundan kaçış yoktur. Bu durum karşısında "istenen de bu değil miydi, alın işte kur yükseldi" demek mümkün değildir. Çünkü bu artış, çok kontrolsüz olacaktır. Hızla tırmanacak kur, ithalatın pahalanmasına ve bağlı olarak enflasyonun kontrolden çıkmasına yol açacaktır.

Sekizincisi; ortaya çıkacak tabloda yalnızca kur artışı yaşanmış olsa, ona razı olunabilirdi; oysa sıcak parayı ülkeye çeken borçlanma ihtiyacı ve bundan kaynaklanan faizde ortaya çıkacak artış belimizi bükecektir. Yabancılar ellerindeki kamu kağıtlarını satmaya başladığında faiz fırlayacak, bu da dönüp dolaşıp Hazine'nin yine yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmasına yol açacaktır.

Dokuzuncusu; Hazine'nin borçlanma ihtiyacının hızla aşağı çekilmesini sağlamak kısa vadede mümkün olmadığına, yaklaşan seçim dolayısıyla da Hazine'ye daha fazla yük binme olasılığı bulunduğuna göre, borçlanma ihtiyacı daha da artacak, bu da sıcak paraya olan ihtiyacı yukarı çekecektir.

Ve onuncusu; aslolan döviz girişini kontrol edebilmektir… Döviz yurda girdikten sonra serseri mayına döner, dönüyor da ve başa bela oluyor. Döviz girişini kontrol edebilmek, bu dövizi "davet etmemekle", yani gelen paraya Türkiye'de çok fazla kazanç olanağı sağlamamakla mümkün. Türkiye böylesine açıklar verdiği, Hazine böylesine borçlanma ihtiyacı içinde olduğu sürece sıcak para gelecektir, aslında bu koşullarda sıcak paraya ihtiyaç da vardır. Önemli olan, bu ihtiyacın ortadan kaldırılmasıdır; ihtiyaç ortadan kaldırılamıyorsa sıcak paranın çok hızlı girip çıkmasını önleyecek politikaların uygulanması düşünülmelidir. Yoksa, Merkez Bankası'na "piyasadan daha çok döviz al" ya da "faizleri daha da düşür" demek çare değildir; çare, maliye politikalarında disiplini pekiştirmekten, Hazine'nin borçlanmasını en aza indirmekten geçmektedir.

Tüm yazılarını göster