Daha az aşık olup daha fazla mı nefret ediyoruz diye sorsam?
Büyük bir zevkle dinlediğimiz, sözlerini ezberlediğimiz pop şarkılarına bakarak cevap vereceksek bunun yanıtı malesef evet! Bunu da nereden mi çıkardım? Hemen söyleyeyim akademik bir araştırmadan..
Araştırmacılar Charlotte Brand, Alberto Acerbi ve Alex Mesoudi'nin, 1965 ve 2015 yılları arasında piyasaya sürülen 150.000'den fazla pop şarkısını analiz ettikkleri araştırmalarını bugün başka bir konu araştırken gördüm.
Tam 50 yıllık bir süreyi mercek altına alan araştırmaya göre bu süre zarfında, "aşk" kelimesinin listelerde ilk 100'e giren şarkılardaki varlığı yarı yarıya azalmış. Buna karşın tüm şarkıları içeren analize göre olumsuz duygu sözler ve, nefret gibi söylemler ise keskin bir şekilde yükselmiş.
Konu ilgimi çekip daha fazla bilgi ararken The New York Times gazetesinin "The Rising Tide of Global Sadness" (Küresel Hüznün Yükselişi) haberini okudum. Habere göre, çok daha olumsuz hale gelen tek şey pop müzik değil!
Haberde D. Rozado, R. Hughes ve J. Halberstadt'ın Amerika Birleşik Devletleri'nde popüler olan 47 haber kaynağı nezdinde 2000 ile 2019 arasında yayınlanan 23 milyon manşeti analiz ettikleri araştırmalarına yer verilmiş. Buna göre başlıklarda öfke, korku, tiksinti ve üzüntüyü ifade eden manşetler hem sayıca artmış hem de önemli ölçüde daha olumsuz hale gelmiş.
Devamında da Gallup'un dünya çapında yürüttüğü araştırmasından alıntılanma yapılmış. Gallup, bu ankete katılanlardan hayatlarını sıfırdan 10'a kadar bir ölçekte derecelendirmelerini istiyor; sıfır, olabilecek en kötü hayatınızı yaşadığınızı ve 10, hayatınızın en iyi dönemini yaşadığınızı ifade ediyor.
On altı yıl önce, dünya çapındaki insanların yalnızca %1,6'sı hayatlarını sıfır olarak değerlendiriyormuş. Geçen yıl itibariyle, olabilecek en kötü hayatları bildiren insanların oranı dört kattan fazla artmış. Kendi hayatını ortalama bir skorla puanlayanların oranı da yarı yarıya düşmüş..
Hepsini birleştirince gazetenin attığı başlık gibi içimi hüzün kapladı..
Aşık olmak yerine nefret söylemlerine büründüğümüz, gazete başlıklarında daha fazla olumsuz söylemlerle karşılaştığımız, ortalama mutluluk oranlarımızın bile dibe vurduğu bir dünya... Kulağa ne kadar korkunç geliyor değil mi?
Ve işte tam da bu nedenlerle daha iyi bir dünya için herkesin elini taşın altına koyduğu, ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliğin önemsendiği, insan hakları, eşitlik,, hakkaniyet, kapsayıcılık, adalet kavramlarının gereğini gibi uygulandığı, sürdürülebilir kalkınma amaçlarının başarılması için daha fazla emek harcandığı bir gerçek bir dönüşüme ihtiyacımız yok mu zaten?