Artık iş başa dönüyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Sadece kültürümüzde değil, mevzuatımızda da inisiyatif ve risk almayı, sorumluluk yüklenmeyi özendirmeyen, aksine caydıran bir ruh olduğunu çokça hissetmişsinizdir. Üstelik bunu her eyleme doğru ceza gibi bir ayrıntı özeniyle değil, genel bir eylemsizliği ödüllendirerek yaparız. Geçmişte üst düzey bir bürokratın pek isabetle özetlediği gibi ceza hukukumuzda "görevi suiistimalden"den çok sayıda takibat ve mahkumiyete rastlarız ama "görevi ihmalden" suçlananı ve hüküm giyeni neredeyse hiç görmeyiz.

Bu anlayışın bir uzantısı da, sistemik kontrol zaafı dolayısıyla, geniş ve sınırları belirsiz yasaklara ve katılıklara eğilimli oluşumuzdur. Böylece hem kuralları ihlal edenleri belirlemek, hem de bunu belirlemeyenleri suçlamak zorlaşır; ama sonunda atıl ve verimsiz bir sistem oluşur, üstelik bunun sorumlusu yoktur. Kayıtdışına kayıtsız kalmamız, buna karşılık gelir vergisi oranlarını ve istihdam maliyetini düşüremeyişimiz de, serbest bölgelerdeki rejim yönünden yaşanan karmaşa ve hayal kırıklığı da temelde bundandır.

Temel politika tercihleri yapılacak

Ne var ki böyle bir anlayışın en fazla zarar verebileceği alan, toplumun tümünün refahını ve hayatiyetini ilgilendiren genel ekonomik politikalardaki eylemsizlik ya da kararsızlık halidir. Geçmişte ekonominin tıkandığı, büyümenin durduğu ve gerileme yaşandığı dönemleri hatırlarsak, kontrol dışı gelişmelerin krizlere yol açtığını, mecburiyetten kabul edilen tepkisel çözümlerin de evvelce göze alınamayan maliyetleri kat kat büyüttüğünü görürüz.

Sürecin gecikmesinden dolayı artık bir tercih olmaktan çıkıp rutin bir ihtiyaç haline gelmekte olan IMF anlaşmasının, işin ilginç yanı, öteden beri öncelikli ihtiyaç olan stratejik dönüşüm planı ile eşanlı gerçekleşmesi ihtimalinin yükseldiği bir döneme giriyoruz. Başka bir deyişle, açıkça telaffuz edilmese de, önümüzdeki birkaç yılda Türk ekonomisine yön verecek temel politika tercihleri birkaç ay içinde şekillenmiş olacaktır. IMF ile anlaşma olsa da olmasa da bu böyledir.

Bu politika tercihlerinin önemli alt başlıkları içinde IMF'den gelecek kaynağın kullanım tarzı da vardır, teşvik sisteminin reel sektörün işleyişine açacağı kanallar ya da AB süreci ile ilgili reformlar ve gelir vergisi/kayıtdışı ile ilgili eylem planları da. Bu alanlarda gözlenecek gelişmelerin istihdam gibi manevra kabiliyetini azaltan ve görmezden gelinemeyecek sorunlara nasıl çözümler getireceğinin de özenle tasarlanması gerekiyor. Geçen hafta basına yansıyan bazı haberler (düşük gelirlilere yönelik TOKİ konutlarında iade oranlarının artması gibi), konunun ivediliğini arttırıyor.

Bütçe açığı ve IMF kaynağı

IMF anlaşmasının önemi başlıca iki sebebe dayanıyor. Birincisi böyle bir çapayı tercih etmezsek, yerine kendi çapamızı, yani çok güçlü bir reform paketini kısa sürede oluşturup koymak zorunda kalacağız. İç ve dış yatırımcının güvenini sağlamak için bu kaçınılmaz. Üç yıllık mali program içeriğine böyle bir politikalar demetini yerleştirsek bile, yatırımcılar en az ilk bütçe döneminde bunun uygulamasını gözlemek için bekleyecektir. Üstelik içerde kaynaklar sınırlı, yeni kaynak yaratmak güç olduğu için büyüme hedefleri düşecektir. Kalıcı dinamik, bütçe kalitesini yükseltmek olur; bu da, dolaylı vergilerde sınıra gelindiği, borçlanma ise faizleri yükselteceği için zordur. Kayıtdışını azaltmak ve gelir vergisi tabanını genişletmek ise mutlaka gerekli ve öncelikli bir reform alanıdır (anlaşılan IMF de aynı kanıda) ama kısa sürede sonuçlanmaz. Kaldı ki bu konuda henüz açıklanmış bir irade de yoktur.

İkincisi içinde olduğumuz küresel krizde dış kaynak da sınırlı ve pahalı olacak. Her ne kadar cari açık küçülüyorsa da bu defa bütçe açığı süratle büyüyor. Katılım öncesi ekonomik programda bütün yıl için öngörülen bütçe açığının (50 milyar TL) aşılması kesin gibi; borçlanma sınırı ise şimdiden aşıldı. Üstelik hazinenin borçlanmaya devam etmesi hem faizleri yükseltecek, hem de reel kesime gidecek kaynakları daraltacak. Oysa IMF'den uygun koşullarda gelecek kaynak bu olumsuz etkileri ortadan kaldıracak, kamu otoritesinin elini rahatlatacaktır.

Teşvik, vergi ve strateji

Aslında, bunca sıkıntılı deneyimden sonra, Avrupa Birliği/küreselleşme/yabancı sermaye gibi pek çok zihinsel duvarlarını yıkan ve korkularından sıyrılan Türkiye, artık böyle bir reform sürecine dayanacak olgunluğa ulaşmış görünüyor. Ayrıca kontrolümüz dışındaki bir kriz dönemi içinde olmamız ve uzunca bir zaman için siyasal istikrarın sağlanmış bulunması elverişli bir zemin sağlıyor. İhtiyacımız, bu defa yönetsel bir başarı örneği yaratarak, kısa vadeyi aşan bir stratejik plan oluşturabilmektir. Teşvik sistemi ve vergi reformu gibi önemli olanlarda altyapı çalışmaları da oldukça ilerlemiş bulunduğuna göre bu konuda umutluyuz.

Bu arada eğri oturup doğru konuşalım, uluslararası kurumların da zihniyet atılımları yapmamıza katkısı az olmadı. Yatırım ortamını konuşmaya Dünya Bankası ile başladık, vergi sisteminin önemini ve reform ihtiyacını da IMF ile. Üstelik sonunda başarı sadece bizim olacak…

Tüm yazılarını göster