Anayasa ve "egemenlik tanımı"

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK)  yeni Anayasa'ya ilişkin raporunu medya aracılığı ile kamuoyunun bilgisine sundu.

Medyaya dağıtılan önerileri "eksik"  bulabilir;  sağlıklı gerekçeler üretmek koşuluyla "yanlış" olduğunu da söyleyebiliriz. Eleştiri ve önerinin hiçbir sakıncadan çok yarar üreten çabalardır. Sakıncalı tutum,  "kimden ve neden yana olduğumuzu" açıkça söylemekten sakınarak karnından konuşma alışkanlığıdır.

Anayasa tartışmalarında "hata kültürünü" ve "yanılabilme özgürlüğümüzü" sonuna kadar kullanmalıyız.

Anaysa ile ilgili neden yana olduğumuzu, neyin karşısında durduğumuzu net bir anlatımla kamuoyu ile paylaşılmalıyız ki, toplumuzun ortak istekleri ortaya çıkabilsin.

Ekonominin etkisi

Çok sayıdaki düşünce insanı, son 30 yılda hızlanan  küreselleşme sürecinin, binlerce yılda oluşan ekoloji, ontoloji, epistemoloji, aksiyoloji, siyaset, hukuk ve ekonomi arasındaki   hiyerarşinin tersyüz  olduğunu,  "ekonominin belirleyici etken" haline geldiğini ileri sürüyor.  Bu düşüncenin hemen ardından da, günümüzde doğal felaketler yanında, insansan tasarımı olan ekonomik kuruluşların sebep olduğu iklim değişikliğinin yarattığı yapay felaketlerin arttığı söyleniyor. Japonya'da ve Çernobil'de nükleer santrallerin yarattığı ölümlere, sakatlıklara ve tedavisi yapılamayan hastalıklara tanık oluyoruz.

Ekonomi, maddi ve kültürel üretimin odağıdır; yaşamımızı zenginleştirme ve kolaylaştırmanın araçlarından biridir; bu özelliğini kuşkusuz koruyacaktır.

Binlerce yıldır uygarlık birikiminin temeli olan işleyişe göre; ekoloji, varlık anlayışı, bilgi yapısı, etik ve estetik değerler, siyaset, hukuk ve ekonominin hiyerarşideki karşılıklı ilişkilerinde tersyüz oluşunun doğruluğunu kabul ediyorsak, yeni Anayasa tartışmalarının  "ekonomik-odaklı" olmasını talep etmemizin haklılığını artırır. O nedenle, TİSK gibi, ilgili bütün sivil inisiyatiflerin yeni Anayasa'nın "ekonomik özü" hakkında bilgiye dayalı fikir üretmeleri, ülke geleceği açısından hayati önem taşır.

Egemenlik hakkı

Son üç yıldır yaşanan ekonomik kriz, küresel olarak entegre olmuş ekonominin ihtiyaçlarını karşılayabilecek "finansal sistemin düzenlemesi"  tartışmalarını gündeminin ilk sıralarına yerleştirdi.

Kötü düzenlenmiş, gözetim ve denetimden uzak bir finansal sistemin "açgözlü ve sorumsuz" insanların elinde nerelere gidebileceğini hep birlikte yaşayarak gördük.

"Kibir ve üstünlük inancının" yol açtığı ben merkezci tutumun yarattığı "koordinasyon" eksikliğinin bedellerini hep birlikte ödedik.

Küresel finans kuruluşları arasındaki koordinasyonun, gözetim ve denetimle sapmaları belirleyerek, en aza indirecek mekanizmaları oluşturmanın ne denli önemli olduğunu bedeller ödeyerek öğrendik.

Nicolas Veron'un 21 Ekim 2011 günü Radikal'de çevirisi yapılan makalesinde belirttiği gibi, bir dizi kuruluşun yapısını, işlevini ve kültürünü yeniden tasarlamamız gerekiyor.

Küresel etkileri nedeniyle, yeniden yapılandırılması gereken kuruluşlardan biri, Finansal İstikrar Kurumu (FSB) . FSB şemsiye niteliğindeki bir kuruluş. FSB'ye üye kuruluşlar var; bu kuruluşlar bir ülkeye ya da bölgeye bağlı değil.

Yeniden yapılanması gereken on kuruluş şöyle sıralanıyor:

- Basel'deki Uluslararası Uzlaşma Bankası (BİS).

BİS çatışı altındaki kurumlar;

- Basel Banka Denetim Komitesi (BÇBS)

- Küresel Finans Sistemi Komitesi

- Ödeme ve Uzlaşma Sistemleri Komitesi

- Uluslar arası Sigorta Yönetivcileri Birliği

- Londra'daki Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu(IASB)

- Madrid'deki Uluslararası Tahvil Kurulları Örgütü(IOS-CO)

- Paris 'teki Uluslararası İşbirliği ve Kalkınma  Örgütü ( OECD)

- Wabhintgton'daki Uluslararası Para Fonu(IMF)

- Dünya Bankası

Bugün dünya ekonomisinin güç merkezlerini yönetenler,söz konusu kuruluşların  "yeniden yapılandırılması" konusunda isteksiz davransa da, baskın hale gelen eğilimler, bu kuruluşların reformunu  kaçınılmaz hale getiriyor.

Yeni Anayasanın, küresel kurumları oluşumunda ve yönetiminde siyasi iradenin inisiyatif alabilmesi için, çağın bu ihtiyaçlarını dikkate alan "egemenlik tanımını"  iş çevresinin yeni ihtiyaçlarına uygun biçimde yapması gerekiyor.   Egemenlik tanımı kamuoyunda yoğun biçimde tartışılmalı ki, öngörü ve önlemlerimiz ülke yararını en çoğa çıkarabilsin.

Yeni Anayasa çalışmalarına ekonomi-odağından bakabilmemiz için, dünya genelindeki "yeni eğilimleri" tanımlamada ortak bir dil oluşturulması da önemli.

Eğilimlerin oluşturacağı karşılıklı-bağımlılık ilişkileri, yaşam biçimleri ve yaşam tarzlarının ne olabileceğini öngörerek Anayasa ilkelerinin belirlenmesi, daha sağlıklı gelecek inşa edebilmemizin yol ve yöntemlerinden biri. Bir adım sonrasında, geleceğin kaynaklarına ve değerler sistemine erişebilirliği artıracak ve sürdürebilir kalkınmayı güven altına alacak "örgütlenmelerin "  önünü açacak ilkelerin Anayasada yerini bulması…

Çağdaş bir Anayasa "özerk kurumların" konumunu mutlaka sağlıklı ilkelere bağlamalı…

Çağdaş Anayasa, " rehberlik eden gözetim ve denetim" ilkelerini de tartışarak netleştirmeli.

Teknolojinin "üretim-istihdam ilişkilerini" değiştirdiği bir dönemde, "istihdam yaratacak anonsu kendinden büyük projeler" konusunda "fayda-maliyet analizlerine" dayalı gelişme yaratabilmemiz için, seçilmişlerin "kendine fren koyması" ilkesine uymalarını sağlayacak genel ilkeler  üzerinde de alabildiğine  tartışılmalı…

Tüm yazılarını göster