Altın ticareti, artık iyice kabak tadı verdi

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Gündem yoğunluğundan dünkü yazımızda özetleyerek değinmek durumunda kaldık. Mart ayında altın ihracatında İran’ın yerini adeta İsviçre almıştı. Aslında, altın ticaretinde bu yıl ağırlığın ihracattan yana olduğu ilk iki ayın verileriyle ortaya çıkmıştı zaten. Hatta daha önceki bir yazımızda, altında ihracat artmaya başlayınca, bu konuya değinilmez olduğunu vurgulamıştık. Hatırlanacaktır, geçen yılın tümünde ithalat 15 milyar doları aşarken, ihracat 3.3 milyar dolarda kalınca cari açıkla ilgili hemen her değerlendirmede, altın ithalatına vurgu yapılmış, “Altın ithalatı hariç cari açığımız şu düzeyde” gibi yorumlar dinlemiştik. Ama bu yıl, artık altın konusunun üstüne açmaya gerek yoktu, çünkü iki ayın verileri ihracatın ithalattan fazla olacağını gösteriyordu. 

Ama mart, iki ayın verilerini gölgede bıraktı; hem tutar, hem ülke açısından… 

Rakamları kısaca tekrarlamakta yarar var. Ocakta 152, şubatta 572 milyon dolarlık altın ihracatı yaptığımız İsviçre’ye martta tam 1 milyar 275 milyon dolarlık altın satmıştık. 

Bu ihracatın iki boyutu vardı. Her altın ihracatında gündeme geldiği gibi, biz altın üreticisi bir ülke değildik ki, nasıl oluyor da böylesine yüksek düzeyde ihracat gerçekleştiriyorduk. 

İkincisi de, genellikle altın ithal ettiğimiz İsviçre’ye bu kez nasıl olmuştu da ihracat yapar hale gelmiştik. Bir görüş olarak dile getiriliyor, bu ülkeden geçen yıl yaptığımız ithalatla gelen altını başka ülkelere satamayınca bir anlamda geri mi gönderiyorduk acaba? 

İsviçre’ye olan altın ihracatımızın geçen yılki düzeyini de hatırlatalım da, tuhafl ık daha somut olarak anlaşılabilsin. Geçen yıl ilk üç ayda, o da yalnızca martta olmak üzere bu ülkeye 102 bin 912 dolarlık altın satmıştık. Bu yılki ihracat ise 2 milyar dolar. Yüzdeyle ifade etmenin anlamsız kalacağı düzeyde bir artış söz konusu. 

Faizle uğraşmak iyi de… 

Bizde işi özünde dış ticaret olan bazı hükümet üyeleri, nedense hep başka alanları “sevdiler”, o alanlarda fikir yürütmeyi tercih ettiler. Örneğin, Merkez Bankası’nın faizi pek ilgilerini çekti. Hatta enfl asyonun fazla önemli olmadığını, faizin enfl asyondan daha büyük önem taşıdığını dile getirenler bile çıktı. 

Bu görüş, tümüyle ayrı bir tartışma konusu ve bugünkü konumuz o değil zaten. Ama, böylesine radikal ekonomik görüşler dile getirenlerin, kendi alanlarında yaşanan tuhafl ıklara da eğilmeleri, bir açıklama getirmeye çalışmaları gerekmez mi? 

Altınlı-altınsız dış ticaret 

Türkiye geçen yılın ilk çeyreğinde 834 milyon dolarlık altın ihraç etmişti. İhracat, yüzde 197 artışla bu yıl 2.5 milyar doları buldu. Buna karşılık ithalat yüzde 47 azalarak 2.8 milyar dolardan 1.5 milyar dolara indi. 

Böylece geçen yılın ilk çeyreğinde altın ticaretinde 2 milyar dolar açık vermiş olan Türkiye, bu yıl 997 milyon dolar fazlaya geçti. 

Altın dış ticaretinin böylesine oynak olması, toplam dış ticaret verileriyle ilgili öngörülebilirliği de azaltıyor. Altın dahil ihracat üç ayda geçen yılın yüzde 8.9 üstünde gerçekleşti. İthalatta yüzde 2.2 azalma var, ticaret açığındaki azalma ise yüzde 21 düzeyinde. 

Ama, bu rakamların içinde izah edilemeyen tuhaf altın ihracatı da var. Dolayısıyla dış ticaret verilerini altın hariç tutarak değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan tablo çok farklı. Buna göre, ilk çeyrekler itibariyle ihracat artışı yüzde 4.5’te kalıyor, ithalat yüzde 0.1 de olsa artış gösteriyor, ticaret açığındaki gerileme ise yüzde 8.1’e iniyor. 

Altın dahil dış ticaret rakamları elbette yanlış değil, en azından bu altın gitmişse ve dövizi gelmişse, ortada pek de sorgulanacak bir durum yok. 

Ama iyi de biz, hiç mi, altın üretmeyen bir ülke olarak böyle milyarlarca dolarlık ihracatı nasıl yaptığımızı, bunun nemasını kimlerin yediğini, daha düne kadar milyar dolarlık altın aldığımız İsviçre’ye ne gibi gelişmeler sonucu bu tutarlarda ihracat yapar hale geldiğimizi sorgulamayacağız?

Tüm yazılarını göster