”Ahırdaki inek!”

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Gazeteci dostlarım Hatice Aydoğdu ve Nurhan Yönezer 2007 yılında "Krizin Sözlü Tarihi" adlı harika bir kitap yazdılar. Kitapta, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sırasında görevde olan bazı siyasetçiler ile kilit noktalardaki ekonomi bürokratlarının gözlemleri, deneyimleri aktarılıyor. Türkiye'nin adım adım nasıl krize sürüklendiğini görmek, o günleri yeniden yaşamak ve bugün neler olduğunu tahmin edebilmek için tekrar tekrar gözden geçirilmesi, okunması gereken bir kitap.

"Krizin Sözlü Tarihi"nde görüşlerine başvurulan bürokratlardan olan dönemin Ziraat Bankası Genel Müdürü Osman Tunaboylu'nun aktardığı harika bir anekdot var.

"...Bu iki krizin (Kasım 2000 ve Şubat 2001) sebeplerini araştırmaya kalkarsak aslında 10-15 yıl geriye gitmemiz lazım. Bana göre bu işin miladı, 1989 yılında Türkiye'nin sermaye hareketlerini serbest bırakmasıdır. Türkiye o yıl, Batı'nın gazına gelerek, önü arkası düşünülmeden, hesabı, kitabı, hazırlığı yapılmadan, 'Paramız konvertibl oldu, büyük devlet oluyoruz' diye sermaye hareketlerine açılmıştır. O günden beri de kriz üstüne kriz yaşıyoruz. İlk kriz, 1994 krizidir. 1990 ile 1993 arasında İsviçre'de Ekonomi Ticaret Başmüşaviri idim, orada duymuştum. Sermaye hareketlerini açan ülkeler için, 'Ahıra bir inek daha bağlandı. Sütü bitene kadar sağılır, sonra sıra etine gelir' diye söylenirmiş. Bunu, Türkiye'den gelip giden arkadaşlara, bankacılara anlattım, gülüp geçtiler. Gülüp geçmekte haksız da sayılmazlardı. 1994 krizine kadar her şey o kadar güzeldi ki! Dışarıdan gelen sıcak parayla borsa sürekli çıkıyor, kur düşük, faiz yüksek, herkes para kazanıyordu. Dışarıdan bol para geldiği için bankalar mevduat sahibinin yüzüne bile bakmıyordu..."

1989 yılında kısa vadeli sermaye hareketlerine serbesti getiren 32 sayılı kararın "nimetleri" yalnızca 1994'e kadar görülmedi tabii ki. Bu karar, asıl "yararı"nı 2002'den sonra gösterdi. 2001 kriziyle birlikte bir anda yüzde 100 kadar artan döviz kurları sayesinde daha önce Türkiye'ye getirilen 1 doların karşılığı örneğin 1 lira iken, artık 2 lira ele geçiyordu, faiz de krizden çıkacağız diye çok artırılmıştı. Bundan daha kazançlı ne olabilirdi ki.

Faiz dışı fazla verip borç bakiyesini azaltmak ve sütün kendimize kalmasını sağlamak için epeyce çaba gösteriyormuş gibiydik, ama bu yetmiyordu. Her ne kadar maliye politikası yönünden işi sıkı tutuyor gibi görünüyorsak da, ne vergiyi tabana yayabiliyor, yani klasik deyimle kümesteki kazları daha az yolmanın yollarını arıyor ve bulabiliyor, ne de dolaylı vergilere yüklenmekten vazgeçebiliyorduk. Sonuçta ineği besliyor, sütünü yabancıların içmesine engel olamıyorduk.

Aslında bir yandan da mutluyduk, bu durumdan pek de şikayetçi değildik. Çünkü bu sayede enflasyon düşüyordu. Çelişkiye düştüğümüz zamanlar da yok değildi. Eleştiri oklarının hedefindeki Merkez Bankası'nı, faizleri yüksek tutarak kurların düşük kalmasına yol açtığı gerekçesiyle; hükümet olarak işadamlarına, işadamları olarak hükümete şikayet ediyorduk. Merkez Bankası da sürekli "Benim kuru düşük tutmak gibi bir politikam yok, bu enflasyonla mücadele için belirlenen faizdir" diye kendini savunmaya çalışıyordu.

Merkez Bankası, geçen hafta tüm tahminlerin üstünde bir indirimle faizi yüzde 13'e çekiverdi. Bu, dünyadaki eğilimle paralellik gösteren bir adımdı. Tüm ülkeler faiz düşürüyordu, çünkü artık tek dert ekonominin daha fazla yara almasını önlemekti, enflasyon öncelikli hedef olmaktan çoktan çıkmıştı.

Peki, yüzde 13, Türkiye için hedefleri zorlayıcı, çok düşük bir faiz mi, yoksa aşağı doğru daha da marjımız var mı? Bu sorunun yanıtı herhalde yüzde 13'ün kim için irdelendiğinde gizli. Yerli yatırımcı için yüzde 13'e düşük demek mümkün. Ama yabancı yatırımcı için durum hiç de öyle değil. Dövizde, "şimdilik" yeni bir denge düzeyi oluşmak üzere ve bu denge dolar için söyleyelim 1.70-180 aralığında olacağa benziyor. Bu kur düzeyiyle Türkiye'ye girecek bir yatırımcının eline TL karşılığı olarak iyi para geçecek. Dünyada yüzde 13 gibi bir faiz de yok, yani faiz de gayet iyi. Hele bir de IMF ile anlaşma imzalandıktan sonra, dünyaya pompalanan milyar dolarlardan Türkiye biraz daha çok pay kaparsa, kur yeniden yönünü aşağı çevirdiğinde yabancıların karı katlanıverecek.

Anlaşılan inek, önümüzdeki dönemde de yabancılar için bol süt vermeye devam edecek, bu açık. Aman sütü vermeye razı olalım, ineğimizin etini de kaptırmayalım. Eti kaptırmak, ineğin(!) ölmesi demektir, unutmayalım. 

Tüm yazılarını göster