Ah bir de çalışmak isteyenler azalsa!

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Yıllar yıllar önce “Ah şu mektepler olmasa, maarifi ne güzel idare ederdik” diyerek başladık mazeret yaratmaya. Devam ettik. Yıllar yılı “Petrolümüz, doğalgazımız yok, o yüzden cari açık veriyoruz” dedik. Ama bunu söylerken biraz uzakta kaldıkları için olsa gerek, Japonya’nın da, Güney Kore’nin de enerji kaynaklarının olmadığını hiç görmedik. “Enerji hariç şukadar açık veriyoruz” diye hesaplar yaptık. Hızımızı alamıyorduk artık, bütçede “faiz dışı fazla” diye yeni bir kavram icat ettik. Sanki faiz yükünü Afrika’nın adını duymadığımız ülkesinin bir kabilesi oluşturmuş gibi. Kim tutardı bizi; 2013’e geldik, bu kez de “Altın ithalatı hariç cari açığımız iyi gidiyor” demeye başladık. Sanki bu altını biz değil başkaları ithal ediyordu, hesabı ise biz ödüyorduk.

Şimdi işsizlik oranı başkaldırma eğiliminde ya, geçen iki yıla göre bir artış var ya, bekliyoruz nasıl bir “izah” geleceğini...

“Nüfus artıyor, çalışmak isteyenler, yani işgücü piyasasına girenler artıyor, işsizlikte de bu yüzden yükselme var” dense, olmaz. Olmaz; çünkü bir yandan da nüfus artsın, diye çaba gösteriliyor. Dünün, bugünün çabası elbette işgücüne henüz yansımış değildir; ama eğer bu çaba karşılığını bulmuşsa, söz konusu yansıma elbette bir gün olacaktır. Dolayısıyla bu gerekçe tutmaz; tümden sakat!

Kaldı ki, bizde işgücüne katılma oranı hala çok ama çok düşük. Bizde yüzde 50’yi ancak aşan işgücüne katılma oranı, bazı ülkelerde, örneğin İzlanda, İsviçre, İsveç, Hollanda ve Danimarka’da yüzde 75 ile yüzde 85 arasında.

Toplam oranda bile adeta fark yemişiz, kadınlarda ise durumumuz içler acısı. Bizde çalışabilir durumdaki her 3 kadından ancak 1’i çalışmak istiyor ve bu oranla dünyanın en geri ülkelerinden biriyiz.

Ama yine de “Çalışmak isteyenlerimiz de biraz azalsa, bakın işsizlik gibi bir sorunumuz kalacak mı” diyebiliriz. Anlamsız olur, saçma olur; olsun, niye demeyelim ki...

Bir gerekçe bulmazsak, yüzde 10’a dayanan ve yakında çift haneye çıkacakmış gibi görünen işsizliğe bir açıklama getirmemiz gerekecek ve zorlanacağız. TÜİK’in dün yaptığı açıklamaya göre, eylül ayındaki işsizlik oranı yüzde 9.9 oldu. Eylül ayındaki işsizlik oranı geçen yıl yüzde 9.1, 2011 yılında yüzde 8.8 düzeyindeydi. Yani son üç yılın en kötü eylülünü yaşıyoruz. 2009 ve 2010’daki oranlar daha yüksekti yüksek olmasına ama, kabul edelim ki o yıllarda 2008 krizinin izlerini taşımaktaydık. Dolayısıyla 2009 ve 2010’a göre yine de iyi durumdayız, diye mutlu olmak pek de mantıklı değil.

Her 5 gençten 1’i işsiz

Toplam işsizlik oranı, işgücüne katılma oranının düşüklüğü sayesinde hala tek hanede. Kendimizi avutmanın, hele hele “Bakın İspanya’nın, Yunanistan’ın, İtalya’nın haline, oralarda işsizlik yüzde 20’lerde” demenin, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktan farkı yok. Bunu söyleyenlerin, rakamlara biraz daha dürüst bakması ve o ülkelerdeki işgücüne katılma oranını da dikkate alması gerekir.

Dedik ya, işgücüne katılma oranımız düşük ve bu sayede hala tek hanede tutunabilmiş durumdayız. Ama, hani o “Hep artsın artsın” dediğimiz genç kesim var ya, onların 5’te 1’i işsiz geziyor. 15-24 yaş arası genç nüfustaki işsizlik oranı geçen yıl eylülde yüzde 18’di, bu yıl yüzde 19.4’e çıktı. Oran kentlerde yüzde 21.8’den yüzde 22.1’e yükseldi. Kırsal kesimde de geçen yıl yüzde 10.5 olan oranın bu yıl yüzde 13.7’ye yükseldiği görüldü.

Genç nüfustaki işsizliği, bir başka gün daha detaylı olarak ele almakta yarar var. Türkiye’nin kanayan en büyük yarası bu çünkü.

Siz hiç, yıllar önce okulu bitirmiş ve işsiz gezmekten boynu bükülmüş gençlerin öğretmen kurası atamalarındaki yüz ifadelerine baktınız mı? Türkiye’nin neresinde olursa olsun görev yapmaya, 2 bin lirayı bile bulmayan maaşa razı yaşamaya hazır bu genç insanların gözlerinden süzülen sevinç (ya da adları yine çıkmayınca keder) gözyaşlarını gördünüz mü?

Tüm yazılarını göster