Ağustos

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

"O da var olanın ağır ağır yokluğu / Şurda bir gündüz kımıldamakta." İşte Ağustos da bitiyor. Bir yaz daha geçiyor, ilk kez annesiz. "Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri / Gibi bir gündüz / Kalın kabuklarını kaldırır doğa." Bunaltıcı sıcaklar, yerini hep rüzgârların estiği tuhaf günlere bıraktı. Bedenimizdeki tuz birikintilerinin yerini, şimdi tatlı ürpermeler aldı. "Düşer bir balıkçının tersi olan şey / Kirli ağustos! beni ordan oraya götüren eşya." Doğanın şahane renkleri, kirli sarı bir pusun arkasına gizlenmiş gibi. O rüzgârlar bile ağustosun bu kirini uçuramıyorlar. İyi ki doğa, o kalın kabuklarının altında. "Aklımda üç beş otel ya kalır / Ya kalmaz üç beş otel aklımda / O da değil bir otelin kendisi." Bu ağustostan aklımda kalacak olan, yalnızca yoğun bir çalışma; ne bir otel, ne de bir yerlere yolculuk. "Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi / Bir de kahverengi alevlerden yapılma." Ve de artık kabullendiğim, hep kocaman bir yalnızlık, hep yalnızlık. O, puslu bir sarı değil, bildiğimiz kahverengi. Hani sepya gibi olan. "Başka değil, yokluğu görmek için / Kirli ağustos! Gözkapaklarımı da yaktım sonunda."

İşte kocaman bir hiçlik, kocaman bir yoksulluk bu ay. Ağustos, ıssızlaştırıyor beni. Kentlerle birlikte, ben de tenhalaşıyorum. "Beni koyup koyup gitme, n'olursun  / Durduğun yerde dur." Ama Ağustos, gidişler ayı işte. Herkes bir yerlere gidiyor. Annemse, doğum ayı olan Şubat'ta beni koyup gitti, o günlerde, Ağustos'u birlikte görmek, öyle güzel bir umuttu ki... "Kendini martılarla bir tutma / Senin kanatların yok /Düşersin yorulursun." Balkonun etrafında uçuşan martılara bakıyorum saatlerce. Kimileri, bir karga gibi gelip konuyorlar balkon demirine. Çığlıklar atıyorlar, içeriden papağanım Şekspir yanıtlıyor onları. İşte bir ağustos böyle geçip gidiyor. "Beni koyup koyup gitme, n'olursun." Gitti işte.... "Bir deniz kıyısında otur / Gemiler sensiz gitsin bırak." Deniz kıyılarında yazın oturmadım. Deniz, kışken, hırçınken daha güzeldir benim için. Ağustos ise, belki bir nehrin kıyısında, bir ağacın altında geçer... "Herkes gibi yaşasana sen / İşine gücüne baksana / Evlenirsin, çocuğun olur." Herkes gibi yaşamak, yıllarca beni iten bu cümle, son yıllarda o kadar güzel geliyor ki... "Beni koyup koyup gitme, n'olursun."

"(...) Rüzgâr gibi bir ağustos geçti ellerimizden / meyvalar bizi balrengi günahlara çağırıyorlar/ biryanda yaşanmamış günlerin hırsı/ biryanda boşa geçen gecelerin acısı." Ağustos rüzgârlarıyla akıp gidiyor günler. Ballı incirler, dallardan sarkıyor. Şairin anlatmak istediklerini o kadar iyi anlıyor, algılıyorum ki... "Malûm o dramın en güzel perdesindeydik / ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı/ göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik/ duracak vaktimiz yoktu bitmiştik/ her gören didik didik bizi denetliyordu/ biz kendi derdimize düşmüştük." Bağbozumu günleri. Bir yazın daha geçmesi, yarım asrın geride kalıp yaşanacak günlerin çok, çok azalması. Biraz daha kendi derdime düşürmüyor mu, biraz daha bencilleştirmiyor mu beni?! "Orda da akşamlar olacak allı'nın kızı/ kanlı mendil gibi ağustos akşamları/ şu benim çektiklerimi görmeyeceksin/ belki yanında başkaları olacak/ belki düşlerine bile girmeyeceğim."  Unutuyorum/ unutuluyorum böyle umursamaz bencilliklerin akşamlarında. "Gün oldu acıların şiirini yaşadım/ gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım/ bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı / ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin / dokunsan parmaklarıma tutuşacağım." Taa yazının en başında söyledim ya, her şey bir kez, bir kez daha anımsatıyor kabullenilen yalnızlığı... "Yine ağustos gelse elele versek / sen anandan kaçsan / ben yalnızlığımdan / yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek / güneşin bahçeleri emzirdiği saatte / susamışlar aşkına, kandım diyesi / uzun uzun öpüşsek / yine ağustos gelse kovulsak cennetimize (...)" Böyle bir umut var mı? Yeniden, bir ağustos daha yaşanacak mı?

Yazıdaki şiirler:

Edip Cansever / Kirli Ağustos

Attilâ İlhan /Ağustos Çıkmazı

Hasan Hüseyin Kormazgil / Ağustos Şiiri

Tüm yazılarını göster