Afyon 1000 yılın fırsatını nasıl değerlendirmeli?

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Türkiye İş Bankası ve Dünya Gazetesi'nin düzenledikleri İş'le Buluşmalar toplantısı için Afyon'dayız… Afyon'un 1000 yıllık fırsatı nasıl değerlendirmesi gerektiğine ilişkin bir değerlendirme yapacağım. Günün geç saatine kalınca ve konuşma süresi de 15 dakika ile sınırlanınca kısa kesmek zorunda kaldım. Sonra düşündüm ki yazdıklarım bende kalmasın. Üç ayrı yazıda not ettiklerimi okuyucu ile paylaşacağım. Biraz da kendimle hesaplaşma içeriği taşıyan düşüncelerimi eleştirmenizi, yanlışlarını düzeltmenizi, eksiklerini tamamlamanızı istiyorum. Eleştirin, düzeltin ve tamamlayın ki paylaşıldıkça büyüyen bilginin erdeminden yararlanabilelim.

Afyonkarahisar benim yarım yüzyıldır çok dolaştığım coğrafyada yer alır… Bu tanıdık ve bildik yörede Amos Oz'un anlatımını kullanarak düşüncelerimi aktaracağım:  "Hayatta eli boş dönülmeyen yolculuk, kendi içimize yaptığımızdır…"

Kendi içime yolculuk yapacağım… İnanıyorum ki, bu yolculuğun bir yerinde yolumuz kesişecek. Belki ıssız bir tepede, bir meşe ağacının dibinde gölgelenirken buluşuruz… Bir tarlada ürün çapalayan köylü kızlarının atışmaları arasında göz göze gelebiliriz… Sığır otlatan çocukların köşe kapmaca oyununa dalıp gitmelerini birlikte seyrederiz… Bir fabrikanın bacasından tüten ateşin zenginliğini düşlerken göz geze gelebiliriz… Bir limanda konteyner yükleyen vinçlerin gıcırtıları arasında karışan soluklarımızın farkına varabiliriz… Umutsuz  ve korkulu kaçış yollarımızı kesiştirebilir. Umutlu bir bekleyişin sabırsızlığında bulaşabiliriz… İnsanca olan her şeyler yollarımızı kesiştirebilir.

En iyisi biz yolculuğumuza başlayalım, gerisi şansımız olsun!

Yaşım 22'yi yeni bulmuş. Bursa Eğitim Enstitüsü'nü bitirmişim. Eskişehir'de Tunalı Ortaokulu'na tayinim çıkmış… Daha önce cemiyetlerde Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nda yönetim kurulu üyeliği yapmışım. Feleğin çemberinde denemelerim olmuş… Eskişehir'e giderken Türkiye Öğretmenler Sendikası'na uğramış, belgeleri alarak göreve başlamaya gitmişim.

Yörenin her yerinde varım

Sendikayı örgütlemek için idealist koşuşmalar yapıyorum. Doğu Ege'de Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak benim bölge temsilciliği yaptığım iller arasında… Bilecik ve Bolu'ya kadar gidiyorum… Yolum hep Afyonkarahisar'a düşüyor. Çoğu kez Çifteler yolunu izleyerek ulaşıyorum. Bazen Eskişehir-Kırka üzerinden dar yolları aşıyorum. Emirdağ'da türküler peşindeyim… Bayat yaylasına ilişkin öyküler toparlıyorum. Dinar'da, Dazkırı'da, Sandıklı'da öğretmenleri örgütlemeye çalışıyorum… Bir sabah Karahallı'da geleneksel dokuma tezgahlarının şakırtısı ile uyanıyor; ertesi hafta Domaniç'te küçük bir aşevinde çorba yudumlarken buluyorum kendimi.

Sivaslı'da can arkadaşlarım oluyor. Banaz'da kucak dolusu dostlar. Umurbey'de sınıf arkadaşımı ziyaret edebiliyorum. Tavşanlı'dan Gediz'e geçerek öğretmenlerin çileleriyle ilgileniyorum.

Bize yön veren Köy Enstitüler marşı:

Sürer eker biçeriz,

Güvenip ötesine

Milletin öz kazancı

Milletin kesesine…

Kendimizi köylerin, köylülerin kurtuluşuna adamışız… Ölümüne bir kavganın peşindeyiz… Kurtuluşa bütün içtenliğimizle, bütün varlığımızla ve bütün benliğimize inanmışız. Gözümüz budaktan, sözümüzü dudaktan esirgemediğimiz bir dönem…

Anılarımızın tortuları zihni modellerimizi yönlendiriyor… Babamın şehirden getirdiği "ağ etmeği"  mısır ekmeğine katık ederek yediğimiz günler zihnimizin derinliklerinden yön veriyor bize. Kendimizi düşünmenin ayıp sayıldığı günlerdeyiz… Kendimizi tamamen toplumun kurtuluşuna adamışız… İdeolojilerin kurtarıcı, ideallerin sürükleyici, inançların alıp götürdüğü rüzgârlara kapılmışız…

Aşık İhsanı'nın dizeleri yoksulluğa olan öfkemizi kabartıyor… Yüksek sesle haykırıyoruz:

Dün Abuziddin'in süslü memedi

Gördüydüm elinde ağ etmek yedi

Bir ısırık ver dediydim vermedi

Versin diye haber salsan olma mı?

Bu milletin efendisi bu mudur?

Yaşantımızın bir kesitini düz aynalara yansıtıyor Aşık İhsani… Ama yetmiyor. Öğretmen Arif'in dörtlüklerini domdom kurşunu gibi etkiliyor:

Hayvanıyla bir odada keyf çatan

Gönlünde yurt aşkı dilinde vatan

Bir miras yorganda dördü bir yatan

Bu milletin efendisi bu mudur?

"Değildir!" diye haykırıyoruz. Olmamalı diye düşünüyoruz. Bu çıkmazı aşacağımıza içtenlikle inanıyoruz. Hepsine su katılmamış saflıkta inanıyoruz… İnancımızın içtenliği üzerine en küçük bir hainliğin gölgesi düşmüyor…

Altı kalbur gibi ayakta çarık

Tırnaklar çatlamış, tabanlar yarık

Yaylanın yiğidi göğsü kabarık

Bu milletin efendisi bu mudur?

"Değildir" diyoruz…

Almanya'da el kapılarına gidenler artıyor; öfkelerimiz daha da kabarıyor.

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın dizeleri beynimizi darmadağın ediyor:

Gün ışır ışımaz alın yazımız parlar

Ne alın yazısı el yazısı be.

Sökemeyiz ki bir ilkokul aydınlığı gösterilemeyenler…

Yürekten haykırışlarla katılıyoruz şairin sesine:

Sığmazken atalarım güne yarına

Düşmüşüm ben vay düşmüşüm el kapılarına…

Benim köyümden de çok sayıda insan düşmüş o el kapılarına…

Hayat kendi ateşinde kazanlarımızı kaynatıyor… Deneyerek öğreniyoruz… Görerek anlıyoruz… Bizim bildiklerimizle olup bitenler arasında çelişkileri fark ediyoruz… Köylülükten yana olma ile köylüden yana olmanın farklı şeyler olduklarını anlıyoruz…

Bir Tatar atasözü derin derin düşündürüyor bizi:

"Bir simit aşa şehirde yaşa!"

Oysa biz kooperatifler kurulmasını istiyoruz… Mandıra yapanları alkışlıyoruz. Köylünün kente göçmesini istemiyoruz… Nasıl bir sözdür bu: Bir simit yemeye razı olacaksın, şehirde yaşayacaksın!

Tatar atasözünü babamdan öğrendiğim bir Artvin özdeyişi pekiştiriyor:

Ben babamdan öğüt aldım

Bir taş ile duvar olmaz

Bir yerdeki geçim olmaz

Göç et oradan hiç durulmaz…

Uykularım kaçıyor

Bursa'da Yıldırım'ın hemen altında Arabayatağı'ndaki Artvinli hemşerilerimi anlıyorum… Topraklar geçindirmemiş onları… Gurbete vurmuşlar kendilerini… Taşı toprağı altın İstanbul'a göç edenleri yadırgamıyorum… Göçün arka planını anlamaya çalışıyorum…

Almanya'ya gidenler  "Gurbet sılam olur" diyorlar; çarpılıyorum… Gelişmiş ülkelerde kırsal nüfusun hızla azalma eğilimini okudukça, ömrümün 22 yılındaki ezberlerimi sorgulama dönemi başlıyor… Doğru bildiklerim elimin menzili dışına kayıyor…

Stephen Howking'in bir uyarısı uykularımı deliyor:

"Gerçeklik diye bir şey yoktur, zihni modele göre gerçeklik vardır… Zihni modelin varsayımlarını değiştirirsin, gerçekliğin de değişir…"

Tüm yazılarını göster