ABD, Avrupa ve bir dönemin sonu

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Amerikan ekonomisinin yegane ciddiye alınabilir rakip sayılabilecek Avrupa üzerindeki üstünlüğü 1990'lar boyunca aşikardı. Clinton'un ilk iki yılından sonra 1980'lerin sonunda olması hayal bile edilemeyeceklerin hepsi yavaşça gerçekleşmeye başladı. Bir anlamda "yeni ekonomi" tartışmasının kaderi 1960'ların neoklasik sentezinin yükselişine benzetilebilir: 1960'ların sonuna doğru Amerikan ekonomisinin artık derin bir kriz yaşamayacağı, kapitalizmin değiştiği ve kontrol edilebildiği  dile getirilmeye başlanmışken, aslında iş çevrimi sonuna yaklaşıyordu ve resesyon geri geliyordu. Hatta sonunda yeni biçimde stagflasyon adıyla isimlendirilecek tarzda geri döndü.

Siyasette olduğu gibi iktisat tartışmalarında da muhalefet her zaman vardır. Asıl önemli olan marjdaki muhalefetin haklı olup olmadığı değildi ve önemli olan şuydu: Amerikan ekonomisinin nitelik değiştirdiği görüşü giderek daha yüksek sesle dille getirilirken ve Greenspan'ın dahi retoriğine yerleşmeye başlarken giderek daha çok sayıda analist bu görüşe yaklaşırken 2001 resesyonunun geleceği belli olmuştu. İlginçtir, 2001 resesyonu 2007-09 resesyonundan daha fazla öngörülmüştü; oysa ki ABD'nin 2001 resesyonu son krizin yanında ancak bir esinti sayılabilir. O dönemde kaybedilen şey temel bir inanç, kapitalizmin dinamiğine duyulan güven değildi. Güven kaybının boyutu asla bu noktaya ulaşmadı. Ama internet, bilgisayar yazılımı, yüksek teknoloji yatırımları, "yeni ekonomi" ve kalıcı olarak artan verimlilik, kalıcı olarak azalan işsizlik teması yerini "dengeyi sağlamak bu kadar da basit değil" görüşüne bıraktı.

Amerika'nın teknolojik, ekonomik ve askeri üstünlüğünü, giderek hegemonyasını garanti etmek ve dünyaya tartışmasız kabul ettirmek şöyle bir manzaraya bakarak mümkün olamazdı: 1995 sonrası verilerde ortaya çıkmış görünen verimlilik etkisi; birden fazla nedenin yol açtığı olağandışı bir bileşimde arka arkaya yüksek büyüme, düşük işsizlik ve bütçe fazlası verilmesi; yine olağanüstü sermaye girişleriyle finanse edilen cari açık; Wall Street "köpüğünün" yol açtığı refah etkisine (de) dayalı tüketici talebi: çok etkin bir para politikası uyguladığı düşünülen olağanüstü popüler bir Fed, 1990'ların büyümesi ilginçti ama Amerika'nın stratejik üstünlüğünü destekleyecek ve konsolide edecek kadar önemli ve kalıcı olması herhalde mümkün değildi. Böylece neredeyse Clinton 1992'de Beyaz Saray'a geldiğinde bulunulan noktaya geri dönüldü. Bu arada 1991-2003 Irak çemberi de nihayet kapandı -ya da kapandı mı? Çemberin kapanmasıyla beraber SSCB'nin yıkılışı sonrası açılmış olan ara dönem (interregnum) da sonuna geldi ve Amerika'nın stratejik hamlesi asıl 2003'te başlamış oldu. Şimdi bu saptamanın dayanaklarına daha spekülatif ve tanıdık bir yoldan giderek, siyasal iktisatvari bakmayı deneyebiliriz. 

Yukarıdaki grafik S&P500 endeksinin gösterdiği fiyat/kazanç oranını betimliyor. 1995 yılında başlayan yükseliş 1948-1994 dönemine göre yapısal bir değişime işaret ediyor: 1948-1994 döneminde söz konusu oran 14 iken 1995 yılının ilk üç ayı ile 2002 yılının ikinci üç ayı arasında bu oran 27 olmuş. Hisse senedi fiyatlarında inanılmaz bir artış ve, bugünden bakınca, çok uzun sürmüş olan -7 yıl kadar- bir "köpük" söz konusu. Prof. Fair yukarıda bahsedilmiş olan FairModel'in denklemlerini kullanarak 30 kadar ekonomik değişken için kararlılık testleri yürütüyor ve stabilite testini geçemeyen tek değişken S&P500 fiyat/kazanç oranı olarak tespit ediliyor. Fair bu sonucun şaşırtıcı olduğunu çünkü 1995 sonrası kişisel tasarruf oranı, GSYH'nin oranı olarak cari açık, inşaat dışı sabit sermaye yatırımlarının GSYH'ya oranı, federal bütçe dengesinin GSYH'ya oranı gibi değişkenlerde de geniş ölçekte değişimler gözlendiğini belirtiyor. Ancak makalenin temel bulgusu 1995 sonrası bu değişkenlerde meydana gelen kırılmanın tamamen S&P500 fiyat/kazanç oranındaki değişim tarafından yaratıldığı şeklinde. Yani makroekonomik değişkenlerde görülen farklılaşmanın nedeni hisse senedi fiyatlarındaki "şişme" olarak açıklanıyor. Gerçekten de Ray Fair hisse senedi piyasasındaki "köpüğü" yok saydığımız andan itibaren diğer tüm makro değişkenlerin normal patikasına döneceğini gösteren bir deney yapıyor. Gelinen nokta önemliydi çünkü 1996-2002 arasında olanlar -esas olarak Clinton'un ikinci dönemi- ciddi bir "sunilik" taşıyorsa dünya ölçeğinde geri döndürülemez bir hegemonya arayışındaki ABD'nin klasik sektörlere dönmesi ve enerjinin kontrolüne yönelmesi kaçınılmaz görülebilirdi. Nitekim ABD yönetimi kanımca bu saptamayı aynen yaptı.   Teknik açıdan en azından şu söylenebilir: ABD ekonomisinde iş çevriminin 1980'lerin başında nitelik değiştirdiği argümanı büyük isimlerden de destek buluyordu ve bu konsensüs son krize kadar sürdü. Tartışılan şey bu gelişmenin Fed politikalarının değişmesinden mi, yoksa şans öğesinden mi -örneğin petrol fiyatlarının patikası- kaynaklandığı olup, saptamanın kendisi tartışma konusu değildi. "Dünyanın en borçlu imparatorluğu" (Ken Rogoff) böyle böyle içinden 48 aydan beri çıkamadığı bir sarmala savruldu.            

Ya Avrupa? Avrupa ABD'nin yanında türevdir. Avrupa Birliği'nin siyasi bir birlik olabilmesinin nelere bağlı olduğu ve göstergelerinin de neler olabileceği biliniyor. Birliğin ekonomik bir birlik olabilmesinin nelere bağlı olduğu da biliniyordu ve para birliği bu yöndeki iradenin bir göstergesi olarak algılanıyordu. Fakat ekonomik bir birlik olmanın bir sonucu o kadar açık olmayabilir. Ekonomik entegrasyonun ve ekonomik birliğe götüren -örneğin tek bir Avrupa Merkez Bankası ve para birliği- kurumlar ve süreçlerin optimal niteliğe ulaşmaya başladığını gösterebilecek bir işaret döngüselliğin senkronize olmasıdır. Gerçekten birleşen bir ekonomik toplulukta eğilim tek bir iş çevrimi oluşmasına doğrudur. Elbette, zaten ekonomik olarak oldukça entegre olan bir bölgede böyle bir eğilim her zaman var olacaktır. Fakat farklı para ve kamu maliyesi politikalarının, farklı finans piyasalarının, farklı işgücü piyasalarının bulunduğu bir yerde bu eğilime karşı eğilimler de güçlü olabilir. Para birliği senkronize bir döngüselliğin önündeki engelleri de kaldırmalıydı ve şu söylenebilir: para birliği tek bir Avrupa iş çevrimi ortaya çıktığı ölçüde optimaldir.Demek ki gelinen noktada bu iş olmamıştır.

Tüm yazılarını göster